Türkiye’nin Otomobilleri

1) 2020 yılı için Türkiye’de ikinci el piyasasında satılan otomobillere giffen maldır diyebilir miyiz?

İktisat bölümlerinin giriş yıllarında öğretilen ilk konulardan bir tanesi, talep kanunudur. Bu kanun bize bir malın fiyatı arttığında o mala olan talep miktarının düşeceğini söyler ki bu mallara normal mal deriz. Ancak bir de öyle bir mal ki her ne kadar literatürde varlığı ve örneği tartışmalı da olsa talep kanununa ters olan yani fiyat arttıkça talep edilen miktarın arttığı giffen mal örneği vardır. Derslerde genellikle tek örneği anlatılır. İrlanda’da 1845 yılında patates üretiminin azalması sonucu patates fiyatları artmış ancak patatese olan talep de artmıştır. Gerekçe olarak patatesin besleyiciliğinin yüksek olması ve insanların o yıllarda çok az beslenme seçeneklerin olması olarak gösterilmiştir.

Benzer bir durumun 2020 yılı için Türkiye’de ikinci el piyasasında satılan otomobiller için de geçerli olduğunu düşünüyorum. 2020 yılı ekstrem bir yıldı ve gerek Covid-19 krizi gerek yeni otomobil üretimi için dünya genelinde oluşan çip krizi nedeniyle ikinci el piyasasındaki araçlara olan ilgiyi artırdı. Indicata’nın Türkiye Otomotiv Sektörü 2.El Online Pazar Trend Raporu (Ocak-Aralık 2020) göz önüne alındığında ikinci el piyasası araç satışı 2020 yılında 2019 yılında göre %16 artmıştır. Diğer taraftan, 2020 yılında 2019 yılına göre ikinci el araçların fiyatları da ortalamada %52,6 artmıştır. Kısaca hem fiyatlar artmış hem de talep artmıştır. Bu durumdan dolayı 2020 yılında ikinci el piyasasındaki satılan araçlar için giffen mal özelliği göstermiştir diyebiliriz. Ancak bunun çok ekstrem bir durum olduğunu vurgulamakta fayda var. Örneğin, 2021 yılı raporunda belirtildiği üzere otomobil fiyatları artmış ancak talep düşmüştür

2) Türkiye’de renklerine göre otomobil satışlarında iklimin belirleyici bir faktörü var mı?

Zaman zaman bazı şeyleri çok merak ederim, bu merak duygusu hoşuma da gider. Ama bunların bazıları çok zaman alıcı olabiliyor ve o merak ettiğim şeyin cevabını bulamadan pek rahat edemiyorum, geceleri uyurken bile aklıma gelebiliyor. Özellikle beni heyecanlandıran bir konu ise…

Türkiye’de renklerine göre otomobil satışlarında iklimin belirleyici bir rolü var mıdır sorusu da bunlardan birisiydi. Düşündüğüm şey şuydu, özellikle sıcağın ve nemin çok olduğu Antalya-Muğla-İzmir başta olmak üzere kıyı kesimlerinde ve sıcaklık farkının yüksek olduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da beyaz renkli otomobil satışlarının diğer renklere göre daha çok olacağını düşünmemdi. Hatta güneyden kuzeye gidildikçe azalacağını düşünüyordum. Peki sonuç düşündüğüm gibi mi çıktı? Verilere bakarak şimdi sonuçlara bakalım.

Bunun için iki veri önem kazanıyor, biri siyah araçların o ildeki tüm araçlar içindeki payı ve ikincisi daha az deforme olan beyaz ve gri araçların o ildeki tüm araçları içindeki payı. Şimdi iki veriyi karşılaştıralım. İlk olarak siyah renkli araçların o ildeki tüm araçlar içindeki payına bakalım.

Kaynak: TÜİK, Yazarın kendi hesaplamaları

Buna göre siyah otomobillerin en düşük olduğu iller Van, Kırşehir, Kars, Adıyaman, Bayburt ve Çanakkaledir. Antalya, Muğla, Aydın, Çanakkale ve Balıkesir -İzmir hariç-  hattı da siyah renkli araçların daha az yoğun kullanıldığı yerler arasında yer almaktadır. Dikkat edilirse şehirler ya kıyı kesimlerde nemin ve sıcaklığın yoğun olduğu yerler ya da sıcak-soğuk farklarının yüksek olduğu yerler. Ancak ben Mersin, Adana ve Hatay’ın da düşük çıkmasını beklerdim. Siyah araçların en fazla olduğu illerse Ankara, İstanbul, Düzce ve Gaziantep’tir. Ankara’da yüksek olmasının en önemli sebebinin başkent olmasından kaynakladığını düşünüyorum. Ancak Gaziantep’e şaşırdım çünkü orada da sıcak-soğuk farkı yüksek ve siyah renk bozulmaya daha müsait. Açıkçası burada da aşiret etkisinin olduğunu düşünüyorum. Çünkü sosyal medyada da çok espirisi dönen “Aşiret Paket” olarak aslındırılan siyat Passat’lar başta olmak üzere, aşiretler daha çok siyah araba tercih ediyor.

Şimdi diğer renklere göre daha az deforme olan beyaz ve gri araçlara bakalım.

Kaynak: TÜİK, Yazarın Kendi Hesaplamaları

Yorumlamaya geçmeden önce kısa bir bilgi vermek gerekirse burada formül beyaz ve gri araçların toplamı o ildeki tüm araçlara bölündü. Diğer renkler içinde siyah, mavi kırmızı gibi renkler var. En fazla beyaz ve gri otomobiller Adıyaman, Şanlıurfa, Bitlis, Batman ve Bingöl’dür. Bu şehirler sıcak-soğuk farklarının yüksek olduğu illerdir ve beyaz-gri araçlar diğer renkteki araçlara göre daha az deforme olurlar. Antalya, Mersin, Hatay ve Adana’da da beyaz ve gri araç yoğunluğu bulunmakla birlikte ben bu oranın daha yüksek olmasını beklerdim.

Sonuç olarak araç renklerine göre satışlarda iklimin rolü olmakla birlikte bu belirgin bir şekilde değil kısmi bir şekilde olduğu söylenebilir. Çok belirgin olmayışının sebebi araç üreticilerinin hali hazırda yoğun olarak zaten beyaz ve gri araç üretmesi ve farklı renk araçların daha yüksek fiyatlara satılması olabilir.

Ancak son olarak, Türkiye’nin otoyolları renkleniyor diyebiliriz. Beyaz ve gri araç oranı hala yüksek olsa da son yıllarda azalmakta ve diğer renkteki (kırmızı, mavi, turuncu ve mor gibi) araçların oranı artmaktadır. Diğer renkteki araçların başında ise mavi, kırmızı, siyah ve turuncu gelmekte.

Kaynak: TÜİK, Yazarın Kendi Hesaplamaları

KAYNAKÇA

Indicata – Otomotiv Distribütörleri Derneği, Türkiye Otomotiv Sektörü 2.El Online Pazar Trend Raporu (Ocak-Aralık 2020). https://www.odd.org.tr/web_2837_1/neuralnetwork.aspx?type=90

Tüik, Motorlu Taşıt İstatistikleri, https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Motorlu-Kara-Tasitlari-Aralik-2020-37410#:~:text=T%C3%BCrkiye’de%202020%20y%C4%B1l%C4%B1nda%20bir,bin%20577%20adet%20art%C4%B1%C5%9F%20ger%C3%A7ekle%C5%9Fti.

Not: Motorlu Taşıt İstatistiklerinde aradığım detaylı veriler bulunamaması sebebiyle ilgili istatistikler TÜİK’ten “Bilgi Edinme” yoluyla alınmıştır.

Nijerya’nın Dijital Parası: E-Naira


E-Naira, Nijerya’nın uzun zamandır üzerinde çalıştığı ve yakın zamanda da devreye aldığı bir merkez bankası dijital parasıdır. (Central Bank Digital Currency-CDBC). Tıpkı nakit ve madeni para gibi E-Naira da Nijerya Merkez Bankası’nın yükümlülüğü altındadır.[i]

Burada ben detay açıklamalara girmeden kısaca E-Naira üzerinden merkez bankası dijital paralarının olası avantajları ve dezavantajları neler olabiliri yazmak ve Türkiye’ye dair çıkarımlarda bulunmak istiyorum. Eğer E-Naira’nın daha geniş özelliklerini merak ederseniz bu konuda Bankalararası Kart Merkezi uzmanlarından Mustafa Aktaş’ın “Nijerya’nın Dijital Para Projesi : E-Naira” başlıklı yazısını tavsiye ederim. İsterseniz E-Naira’nın proje dökümanında belirtildiği üzere, E-Naira’nın avantajları ile başlayalım.

  1. Merkez Bankası parasının varlığının ve kullanılabilirliğinin iyileştirilmesi
  2. Esnek bir ödeme sistemi ekosistemini desteklemek
  3. Finansal kapsayıcılığı teşvik etmek
  4. İşlem maliyetlerini azaltmak
  5. Vergi gelirlerini arttırmak
  6. Devlet yardımlarının doğrudan vatandaşlara yapılabilmesini sağlamak
  7. Uluslararası ödemeleri kolaylaştırmak ve maliyetleri azaltmak
  8. Para gönderimini kolaylaştırmak

Burada özellikle beşinci ve altıncı madde biraz daha ön plana çıkıyor. Nijerya, en son 2017 yılı için hesaplanan  %53.8 (%Gsyih) gibi çok yüksek bir kayıt dışı ekonomiye sahip. (Medina & Schneider, 2019). Dolayısıyla bu vergi gelirlerini önemli ölçüde etkiliyor. Ekonomi daha nakitsiz hale geldikçe, ödemeler banka yoluyla kayıt altına alınmaya başladıkça kayıt dışı ekonomi de zaman içerisinde düşecek bu da vergi gelirlerini artıracaktır. Diğer taraftan gerek devlet yardımları gerekse de transfer ödemelerinin vatandaşa doğrudan yapılabilmesi olayı ise Covid-19 ile beraber daha da ön plana çıktı. Burada her vatandaşın kimlik kartlarına bağlı bir banka hesabı tanımlanması, devletin yardım ve transfer harcamalarını doğrudan ödemesi işlemleri oldukça kolaylaştıracaktır.

Hatta buradaki ödemeleri devlet olarak programlatabilirsiniz. Örneğin 1000 dolarlık bir ödemenin 200$’lık bölümünü sadece market alışverişinde, 200$’lık bölümü sadece kırtasiye alışverişinde kullanılmasıyla kısıtlayabilirsiniz. Bu maliye politikası için önemli bir rol oynayacaktır. Örneğin, kendimce bir öneri olan her yıl 19 Mayıs haftasında 18-25 yaş arasındaki gençlere sadece sinema, tiyatro, kitap veya otobüs biletlerinin ödemesinde kullanılabilecek 100 TL’lik veya 200 TL’lik bir ödemeyle bu sistem test edilebilir. Burada sektörlere doğrudan yardım yapmak yerine dolaylı yönden destek olabilirsiniz. Kartlarla ödeme yapılacağı için herhangi bir kayıp da olmayacaktır.

Şimdi de E-Naira’nın olası dezavantajlarına bakalım. Dezavantaj konusunu IMF kendi blogunda biraz özetlemiş. E-Naira’nın çıkarılmasında IMF Nijerya’ya ve Nijerya Merkez Bankası’na teknik destek vermiş. Burada altı çizildiği üzere özellikle siber saldırı gibi dezavantajları var ancak kısa süreli işsizlik de oluşturabilme durumu var.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası da diğer birçok merkez bankası gibi dijital parayı araştırma sürecinde. Özellikle Avrupa Merkez Bankası (ECB) bunun için iki yıllık bir araştırma sürecine girdi. Bunun yanında Türkiye’nin bazı ek adımları atmasında yarar olduğunu düşünüyorum. Bunlar kısaca;

  1. Nakit ödemede üst sınır olan 7000 TL’nin zaman içerisinde düşürülmesi
  2. Her doğan veya her 18 yaşına giren vatandaşın kimlik numarasına bağlı bir devlet bankasında hesap açılması. (Bunun için Ziraat Bankası tercih edilebilir.)
  3. Bazı sektörlerde (örn: akaryakıt istasyonları gibi.) ödemelerin sadece pos cihazları ile alınması ve nakit ödemelerin kaldırılması

[i]Burada çokça karıştırıldığı için CBDC’ler ile Bitcoin vb. kripto varlıklar (crypto-assets) arasındaki iki önemli ayrımı bilmek gerekiyor. Birincisi, CBDC’ler merkez bankaları tarafından sıkı erişim hakkı kontrollerine sahiptir. İkincisi ise Bitcoin ve Ethereum gibi kripto varlıklar (crypto-assets) sıkça crypto-currency olarak adlandırılsa da bunlar currency (para vb.) değildir, aksine assets’ler yani varlıklardır. Bu bakımdan E-Naira’da olduğu gibi merkez bankaları dijital paraları ulusal paranın dijital bir formudur.

Kaynakça

Design Paper For The E-Naira,https://www.enaira.gov.ng/download/eNaira_Design_Paper.pdf

Five Observations on Nigeria’s Central Bank Digital Currency, https://www.imf.org/en/News/Articles/2021/11/15/na111621-five-observations-on-nigerias-central-bank-digital-currency

Medina, Leandro and Schneider, Friedrich G., Shedding Light on the Shadow Economy: A Global Database and the Interaction with the Official One (2019). https://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=3502028

Türkiye Kart Efsanesi

Türkiye Kart, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı nezdinde PTT Genel Müdürlüğü önderliğinde tüm Türkiye’deki belediye ulaşım araçlarından sadece tek bir kart ile faydanılması için geliştirilen bir projeydi. Başlıkta da efsane denilmesinin sebebi aslında ilk kez kamuoyuna 12 Aralık 2017’de duyurulmasıydı. Çünkü projenin 2018’de hayata geçmesi bekleniyordu.


Açıkçası 2018’den sonra belli başlı birkaç yerde proje dile getirilse de uzun süredir hiç konuşulmadı, ben de projeyi takip ettiğimden dolayı büyük ihtimal iptal olduğunu düşünmüştüm. Ta ki geçtiğimiz günlerde 12. Ulaştırma ve Haberleşme Şurası’nda PTT Genel Müdürü Hakan Gülten’in açıklamalarına kadar. Genel müdürün açıklamasına göre tek bir kartla Türkiye’deki tüm belediye ulaşım araçlarından faydalanacak (örneğin; İstanbul’da aldığınız bir kart Konya’da da geçecek.) hatta müze, milli parklar ve elektrikli scooterlarda da kullanılabilecek. Ayrıca genel müdür, şu anda pilot testlerin yapıldığı, birçok belediye ile anlaşma sağlandığını ve çok yakın bir sürede kullanıma açılağını ifade ediyor.

Ben bunun çok güzel bir fikir olduğunu ve birçok faydasının olacağını düşünüyorum. Hatta bu tarz konular konuşulmazken 5 Aralık 2017’de yine bu blogta “Nakitsiz Ekonomide Belediyelere Düşen Görev” başlıklı yazımda (bağlantıya tıklayarak ulaşabilirsiniz.) tek bir kartla tüm Türkiye’de belediyelerin ulaşım araçlarından faydanılması gerektiğini yazmıştım. Burada kart derken açıkçası ben bunun yeni çıkmaya başlayan çipli kimlik kartlarının olması gerektiğini ifade etmiştim. Hali hazırda yeni bir kart çıkarmak yerine çipli kimlik kartları ulaşımda kullanılabilirdi. Aslında bu düşüncem nakitsiz ekonomiye dayalı bir düşünceydi. Kâğıt ve madeni paradan kurtulalım derken bu seferde yemek kartları, çeşitli bankaların kartlarına boğuyoruz cüzdanlarımızı Halbuki tek bir kart ile tüm işlemlerimizi yapabiliriz.

Bu projeyi ben çok beğensem de ve hayata geçerse (ki daha önceki açıklamalara rağmen geçmemişti) bana göre avantajları ve dezavantajları var. Avantajları,

  • Vatandaşlar her gittiği şehirde yeni bir kart çıkarmak ve çeşitli maliyetlere katlanmak zorunda kalmayacaklar (zaman ve kart ücret maliyetini ödemek) ve belediyeler ise kart basma maliyetlerine katlanmayacaklar.
  • PTT eğer yaparsa öğrenciler ve yaşlılar belediyelere giderek indirimli kart çıkarmak zorunda kalmayacaklar, bunları öğrenciler için MEB ve YÖK veri tabanlarından çekebilirler.
  • Belki iç turizme faydası olabilir, tek bir kartla ulaşım sağlanacağı için gezmek daha kolay hale gelecek. Bu kartın aynı zamanda bir banka kart özelliği de olacağı için gezerken para taşımak zorunda kalınmayacak. Bu da hırsızlık ve para kaybetme gibi sorunlardan kurtulmayı getirecektir.

Şimdi de (olası) dezavantajları,

  • Bu proje, PTT öncülüğündeki Türk Telekom, Turkcell, Denizbank, Vakıf Katılım Bankası ve İBB’nin Belbim Şirket’i olmak üzere bir konsorsiyum tarafından geliştirildi. Sonuçta bir ulaşım kartı olarak tasarlansa da aynı zamanda bir banka kartı özelliği de var ve tek bir kartla tüm işlemlerinizi yapabileceksiniz. Burada büyük bir veri potansiyeli var. Bu veriler yukarıdaki devlet kurumları harici özel şirketlere verilecek mi yoksa sadece bir altyapı desteği mi sunacaklar bu henüz belli değil. Bu hem kişisel verilerin özel şirketlerin elinde olması sorununu hem de diğer özel şirketler karşısında rekabet üstünlüğü getirebileceği için sıkıntı oluşturabilir. Bunu PTT veya bakanlık bir iletişim kurarak verilerin sadece bakanlıkta veya PTT’de tutulacağını garanti etmeli.

Kaynaklar

Hürriyet Gazetesi, 12 Aralık 2017, https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/tek-bir-kartla-turkiye-ulasimda-cok-onemli-adim-40676145

Hürriyet Gazetesi, 26 Ocak 2018, https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/temmuzda-tek-kart-40721994

Hürriyet Gazetesi, Türkiye Kart Konsorsiyum, https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/lansman-tamam-sira-anlasmalarda-40723072

Nakitsiz Ekonomide Belediyelere Düşen Görev, https://berkkayabali.wordpress.com/2017/12/05/nakitsiz-ekonomide-belediyelere-dusen-gorev/

Habertürk, PTT Genel Müdürü’nün açıklamaları, https://www.haberturk.com/turkiye-genelinde-tek-ulasim-karti-kullanilacak-3217049-ekonomi

Kayıt dışı ekonomiyle mücadele

Kayıt dışı ekonominin varlığı ekonomiler için küçük bazı faydaları olsa da genel anlamda büyük bir problemdir. Peki bu sorunun üstesinden nasıl gelebiliriz? Bu sorunun cevabına geçmeden önce kayıt dışı ekonominin tanımına bakmakta fayda var.

Kayıt dışı ekonomi, gelir getirecek bir şekilde mal ve hizmet üretiminin, geleneksel ölçüm yöntemleri ile tespit edilemeyen, dolayısıyla kayıt altına alınıp denetlenemeyen, gelir kazancı yarattığı halde vergilendirilemeyen her türlü faaliyet olarak tanımlanmaktadır. Tanımdan da anlaşılacağı üzere kayıt dışı ekonomi çok geniş bir kavramdır. Sokaktaki işporta satıcısından, firmaların kaçırdığı vergilere, ek mesai yapmasına rağmen karşılığını alamayan bankacılara dek her alanda karşımıza çıkan bir olgudur.

Üsteki sorumuzu tekrarlayalım. Peki kayıt dışı ekonomiyle nasıl mücadele ederiz? Ne yapabiliriz de bunu düşürebiliriz? Cevap biraz ironik olacak ama kayıt dışı ekonomiyle mücadele kayıt dışı ekonomiyi kayıt altına alarak. Peki nasıl kayıt altına alacağız? Ülkelerin aldıkları çeşitli önlemler elbette var denetimler, e-faturalar, e-defterler, e-irsaliyeler gibi.. Ancak yine de bunların etkisi sınırlı olabiliyor. Burada benim önerim kayıt dışı ekonomiye neden olan unsurların başında gelen kağıt ve madeni paranın yerini banka ve kredi kartının almasıdır. Çünkü işletmeler yaptıkları satışları bazen belgelemeyebiliyorlar ki kazançlarını artırsınlar diye. Ancak işlemleri kağıt ve madeni para ile değil de kredi kartı ve banka kartı ile yaparsak bu yapılan işlemler bankacılık aracılığıyla zorunlu olarak kayıt altına alınmış olacaktır. Yani çalışanlara elden maaş verilmesinin ve satılan şeylerin belgelendirilmemesinin önüne geçilmiş olacak. Peki bunun gerçekten de bir etkisi olabilir mi? Bu soruya da yanıtım aşağıdaki çalışmayla evet.

İngiltere, Yunanistan, Danimarka, Estonya, İrlanda, Litvanya, Macaristan, İsveç, Polonya, Belçika ve Lüksemburg ülkeleri için 2012-2017 yılları arasındaki verileri kullanarak kart harcamalarının kayıt dışı ekonomi üzerindeki etkisini inceledim. Burada kayıt dışı ekonomi (%Gsyih) değişkeni için Medina & Schneider (2020)’nin verilerini, nakitsiz ekonomi oranı için de Avrupa Merkez Bankası ve OECD’nın verilerini kullandım. Nakitsiz ekonomi oranı hanehalkının harcamalarının yüzde kaçını kartlarla (banka kartı ve kredi kartı) yaptığını göstermektedir. İlk üç ülke için örnek aşağıdaki tablodaki gibidir.


Örneğin, İngiltere’de 2017 yılında hanehalkı harcamalarının yüzde 71’ni kartlarla yapmakta kalanını da kağıt ve madeni para ile yapmaktadır ve kayıt dışı ekonomisi yüzde 9 gibi düşük bir seviyededir.

Peki kayıt dışı ekonomi ile nakitsiz ekonomi arasında bu ülkeler için nasıl bir ilişki var? Olaya diğer ülkelerin verilerini ekleyip grafik halinde çizdirdiğimizde aşağıdaki grafik oluşmaktadır.

Kaynak: Ecb, Oecd, Kendi hesaplamam


Y ekseninde kayıt dışı ekonomi (%Gsyih), X ekseninde ise nakitsiz ekonomi bulunmaktadır. Bu ülkeler için yapılan çalışmada, grafiği çizdirdiğimizde negatif yönlü bir ilişki olduğu görülmektedir. Yani hanehalkı harcamalarını kağıt ve madeni para ile değil de kartlarla yaptığında kayıt dışı ekonomi düşmektedir. Korelasyon ise 0,79 olarak bulunmuştur.

Aşağıdaki grafikte görüldüğü üzere Türkiye Avrupa’da en yüksek ikinci kayıt dışı ekonomi (%Gsyih) oranına sahip olduğu için harcamaları kredi kartı ve banka kartına teşvik etmek kayıt dışı ekonomiyi azaltmada önemli bir politika aracı olacaktır.

Kaynak: Medina & Schneider (2020)

İnsan Ne İle Yaşar? – Yasnaya Polyana

Lisenin ve o ergenlik döneminin tam ortasında insana bir an durup durup “hayatın anlamını bulmaya çalışmak gibi ulvi bir değer” peşinden koşma fikirleri gelir. Hele ki ya flörtmüş yok oymuş yok buymuş hiç öyle şeylere gerek yok hayatta bir tane olsun hep o olsun dediğiniz 1,5 yıllık ilişkinizin karşıdan gelen bir telefon sesiyle “Berk olmuyor” diyip bitirilen bir ilişki, ardından ya deli gibi de seviyorduk şimdi ben ne yapacağım düşüncelerini takip eden ulan üniversite sınavlarına da 2-3 ay kaldı daha da çok çalışmak lazım anne-babaya rezil olmayalım sorumluluğu, bilmem ne fonksiyonun türevini alırken acaba kazanacağız mı-iyi bir üniversite gelecek mi düşünceleri ile uzun uzun duvara bakma seansları eşliğinde acaba aileye duyurmadan daha sessiz nasıl ağlanırın problemlerini çözmekteki ustalaşma ve sanki ya bu integral problemi bir parça hüzünlü sorulmuş diyip abi zaten depresyondaydık acaba başka bir boyuta mı giriyoruz gibi bir takım süreçler içerisinde işte bu “ulvi değerler” yaparsak bunu ancak biz yaparız diye insanı gaza getirir ve rahatlatır. Aslında bu evre ne kadar hızlı atlatılırsa o kadar iyi olacak olan evredir. Ama biraz da yararı vardır tabii.

İşte bende de böylesine bir dönemde aklıma bir soru takılmıştı: İnsan Ne İle Yaşardı? Tabii bu soruyu yukardaki süreçler içerisinde düşünmüştüm. Bir gün de tiyatro kursunun devamına gitar dersini de aldıktan sonra, kocaman çınar ağaçlarının batmakta olan güneşin ışığını gölgelediği, rüzgârın teni hafiften okşadığı, insanların eve dönme telaşları arasında otobüslere binmeye çalıştığı GMK bulvarındaki Volkan Piknik’te Ayvalık Tostu (ki favorim-arada bunu yemek için giderim) siparişi verirken buldum kendimi. Çoğu zaman kursa sipariş veriyorduk bugün de ben gideyim dedim. Ardından 200-300 metre ilerdeki Dost Kitabevi’nin yolunu tuttum. Tabii burasının önü sevgililerin buluşmak için birbirini beklediği yer olduğu ve benim de kız arkadaşımdan yeni ayrıldığım için burayı hızla geçmeliydim. Gazamız mübarek olsun diyip hızla geçtim tabii. Sonra kendimi “Rus Edebiyatı” bölümünde buldum. Bir de baktım ki geçen gün düşündüğüm sorunun kitabı var. Tolstoy’un “İnsan Ne İle Yaşar?” kitabı. Hemen aldım ve çantaya atarak eve koyuldum.

Okuduktan sonra Tolstoy’un diğer birçok kitabını da aldım ve Tolstoy benim en sevdiğim yazar olmuştu. Neyse sorunun cevabına gelince, dediğim gibi uzun uzun düşündüm. Acaba insan çok para mı ile yaşardı, yoksa büyük bir makamla mı yaşardı yoksa onbinlerce kişinin şarkılarını hep bir ağızdan söylediği bi rockstar olmakla mı yaşardı veya herkesin onu sevmesi ile mi yaşardı? Bu düşüncelerin limitini kafamda sonsuza götürüp (örneğin paranla her şeyi alabileceğin andaki durum) o andaki “ ya bu olur mu?” hangisi gerçek anlamda olabilir ve hangisi hayatı yaşanılır kılır sorularıyla doluydu. Kitabı da okuduktan sonra daha da iyi anladım.

İnsan sadece “Huzur”la yaşardı dedim kendimce. Çok büyük makamlara gelsen de, çok büyük paraların olsa da, herkes seni sevse de eğer huzurun yoksa tüm bunlar gelip geçici olacaktı. Önemsiz demiyorum belki bir parça önemli olabilir ama gelip geçici olacağı için pek bir katkısı olmayacaktı. Tolstoy’da kitabındaki hikayelerde de bundan bahsediyordu. Peki “Huzur”u nasıl buluruz? Bunun tek bir cevabı yok aslında. Birçok açıdan olabilir. Benim cevabım ise alttaki paragrafın sonunda olacak..

Bu arada ben çokça hayal kurarım. En ince ayrıntısına kadar. Bu özelliğimi de çok severim hatta arada Allah’ım hayal gücümü artır diye dua ederim. Diğer taraftan bu hayallerin bazılarını da gerçekleştirdim. Bazıları da olmayı bekliyor ki tabii olursa. Onlardan birisi de Rusya’da aşağıda birkaç fotoğrafı olan Tolstoy’un doğup, hayatının belli bir bölümünü yaşadığı ve mezarının bulunduğu Yasnaya Polyana’ya gitmek. Tabii tek başıma gitmek istemiyorum. Sebebi de huzuru nasıl ve kimde buluruz sorusuna yanıt almak için…

Düzey Değer ve Değişim

Ekonominin özellikle teknik konularında yorum yapmak “ tightrope ” denilen ince bir ip üzerinde yürüme meselesi gibidir. Eğer çok ehil değilseniz hata yapma olasılığınız oldukça fazla olacaktır. Diğer taraftan veri için günümüzün madeni benzetmesi yapılıyor ki bence de gerçekten de öyle. Ama bunun hem avantajı hem de dezavantajı var.

Avantajı var çünkü eğer bu madeni iyi değerlendirirseniz size muazzam bir getirisi olacaktır. Dezavantajı var çünkü eğer iyi değerlendiremezseniz uğraştığınız onca çaba boşa gidecek ve siz zararınızla kalacaksınız.

Onun için verileri yorumlarken çok dikkatli olmak gerekir, çünkü veri size hiçbir şey söylemez. Veriyi kullanan, onu yorumlayan kişi söyler ve bu da o kişinin ehliyetine bağlıdır. Dolayısıyla veri güvenilir, doğru ve resmi bir kaynaktan olsa dahi çok farklı şekillerde yorumlanabilir. İstatistiklerin Kötüye Kullanılması yazımda bunları teker teker sıralayıp açıklamıştım. (gözlem değerinin düşürülmesi vs gibi.) Şimdi onlara bir yenisi daha eklendi: düzey değer ve değişim. Peki düzey değer ve değişim değeri nedir?

Düzey değeri vaka sayısı, miktar, parasal bir değer, metre, sıcaklık gibi birçok değer olabilir. Değişim ise bu değerlerin artışının veya azalışının yüzde cinsinden ifade edilmesidir. Peki bunlar arasındaki fark nasıldır, aşağıdaki tablo örneğiyle açıklayalım.

Düzey DeğerArtışToplamDeğişim
112100%
1011110%
201215%
501512%
10011011%

Yukarıdaki tabloda 1’den 100’e kadar çeşitli düzey değerleri verilmiş ve değerlerin hepsine aynı miktarda olmak üzere “1” eklenmiştir. Eklenen bu değer sonucu, toplam olarak diğer sütunda verilmiştir. Peki bu düzey değerlere aynı miktarda bir artış eklendiğinde değişim ne olmuştur? Değişim sütunu incelendiğinde görülecektir ki küçük değerlerdeki artışlarda değişim daha büyük görünmektedir. Örneğin 10’un 1 artması %10 luk artış getirirken, 100’ün 1 artması %1 artış getirecektir.

Konunun daha net anlaşılması için gerek İngilizce gerekse Türkçe haber sitelerinde gerekse de sosyal medyada çokça karşılaşılan paylaşımları çeşitli konularda kendimce örnekledim.

  • Örneğin, Ankara ve Çorum’daki Covid-19 vaka sayısını ele alalım. Ankara’da vaka sayısı 1000 iken Çorum’da vaka sayısı 10 olsun. Ertesi gün Ankara’da vaka sayısı 1100 olsun Çorum’da ise 12 olsun.

Peki bunun sonucunda değişim ne olmuştur. Vaka sayısı Ankara’da %10, Çorum’da ise %20 artmıştır. Bir an için düzey değer değil sadece yüzde değişim verildiğini düşünün. O zaman şunu düşünürsünüz Çorum’daki vaka artışı çok yüksek önceliğimiz Ankara değil Çorum olmalı dersiniz. Halbuki düzey değer de verilirse esas sorunun Ankara’daki vakalarda olduğu anlaşılacaktır.

  • Örneğin, New York’ta A ve B partisi olmak üzere iki parti ve 1000 kişilik bir seçmen olsun. 2015 yılında A partisi 900 oy B partisi 100 almış olsun. 2020 yılına geldiğimizde seçmen sayısının bir an değişmediğini varsayalım.

Bu sefer A partisi 870 oy alsın B partisi 130 oy alsın. Sonuç değişmedi kazanan her iki yılda da A partisi oldu. Ancak düzey değer bir an için verilmemiş olsun ve haberlerde “Flaş Flaş B partisi oylarını %30 artırdı” alt yazıları geçsin. Bu durumda insan bir an düşünür ki herhalde B partisi gümbür gümbür geliyor, 2025’te kesin iktidar. Ama düzey değere bakılırsa 2500’lerde anca iktidara geleceği görülür.

  • Örneğin, ABD geçen yıl sadece 10 ton soya fasulyesi ithal etmiş olsun. Bu miktar milyonlarca kişinin yaşadığı ABD’de hiçbir şey. Diyelim ki bu yılda ithalat 15 tona çıksın. Bu miktarda aslında çok fazla bir şey değil. Küçük bir kamyonet kadar.

Ancak bu, ABD’nin soya fasulyesi ithalatı son bir yılda %50 arttı diye verilirse göze bir an için çok büyük değerlerde ithalat yapılmış gibi gelebilir.

  • Son örnek olarak, Fransa ve Almanya’yı ele alalım. Almanya’nın Gsyih’sı 100 birim, Fransa’nın Gsyih’sı 10 birim olsun. Bir sonraki yıl Almanya’nın Gsyih’sı 105 olsun, Fransa’nın ise 11 olsun. Kısaca Almaya’nın büyümesi %5, Fransa’nın büyümesi %10.

Bu durumda Fransa, Almanya’yı büyüme oranında geçtik diye sevinebilir ama düzey değerde Fransa’nın bir fırın ekmek yemesi gerektiği görülür.

Kısacası aslında düzey değer ve değişim değerinin her birini yerine göre paylaşmak yanlış değil. Ancak her ikisini bir arada kullanmak daha doğru olacaktır.

Türkiye’de İlginç İktisadi Yasaklar

Ekonomi denildiğinde yazılar ve tartışmalar genelde enflasyon, işsizlik, gsyih, büyüme gibi makro ekonomik göstergeler üzerinden yürür. Ancak iktisat çok geniş bir alandır ve oldukça keyif verecek konular da vardır. Bu nedenle ben de bloğumda ilginç olduğunu düşündüğüm yazılar yazmaya gayret ederim. Türkiye’de ilginç iktisadi yasaklar başlıklı bu yazı da onlardan birisi oldu.

Acaba neden bu kararlar alınmış diye merak ettiğim iktisadi yasakların peşine düştüm. Kulağa ilginç gelecek bu iktisadi yasakların sebebinin de bazen dönemin gerektirdiği zorunluluklardan dolayı bazen de siyasetçilerin veya bürokratların yanlış seçimlerinden dolayı olduğunu gördüm.

Şimdi bu kararlara geçmeden önce çok kısa bir şekilde bu araştırmayı nasıl yürüttüğümden bahsedeyim. Öncelikle ilk kaynağım Resmî Gazete oldu. Burada arama bölümüne istediğiniz kelimeyi girdiğinizde o kelimenin içeriğinde olduğu tüm arşiv önünüze geliyor. İkinci kaynağım ise İstanbul Üniversitesi’nin kamuoyuna açtığı gazete arşivleri oldu. Bu önemliydi çünkü kanunlar, kararnameler veya yönetmeliklerdeki yasaklar en fazla bir paragraf oluyordu ve çoğu zaman bir gerekçe belirtilmiyordu. Gazetelerde ise bu kararlara ait yorumların olabileceğini düşünerek kaynağıma bunları da ekledim. Okuduğum yazılar ve kitaplar ise diğer kaynaklarımı oluşturuyordu.

Şimdi dilerseniz o kararlara geçelim.

  1. Eşek İhracatı Yasağı

27 Mayıs 1939’daki bir kararname ile Türkiye eşek ihracatını yasaklıyor.  Buradan anlıyoruz ki demek ki daha öncesinde eşek ihracatı yapılıyormuş. Konuyla ilgili daha detaylı bilgi edinmek için o dönemde çıkan Akşam Gazetesi’nin 27 Mayıs 1939 tarihli sayısına baktım ancak orada bir cümlelik haber şeklinde olduğunu gördüm. Herhangi bir yorum yoktu. (Ek-1)


Ancak Milli Müdafaa Vekilliği’ni isteri üzerine böyle bir karar alınmış olması yaklaşan İkinci Dünya Savaşı öncesi oluşabilecek herhangi bir tehlikeye karşı alınmış önlem gibi duruyor. Çünkü cepheye götürülecek malzeme ve ekipmanda bu hayvanların kullanılması durumu vardı.

Bu ihraç yasağı daha sonra 22 Mayıs 1946 yılında çıkarılan bir kararname ile kaldırılıyor. Bu yasağın kaldırılmasının akabinde Cumhuriyet Gazetesi, 24 Mayıs 1946 sayısında ünlü Amcabey tiplemesiyle eğlenceli bir karikatür yayınlanıyor.

Boşuna mahmuzlama Amca bey, koşamam, hiç neşem yok.
Hayrola, adanıza gene Salamon akını mı başladı?
Hayır, dünkü gazeteleri okumadın mı, devlet baba, eşek ihracı hakkındaki yasağı kaldırmış. Şimdi para canlısı sahiplerimiz bizi kim bilir hangi arpasız, yulafsız ülkelere satacaklar.
Üzülmekte haklısın ama anlaşılıyor ki devlet baba artık bu yurtta insan görmek istiyor! (Eşek şok)

  • Dergi Yasağı

23 Aralık 1963 tarihinde Türkiye şu an hala yayın hayatına devam eden Economie et Politique adlı derginin 95’inci sayısını yasaklıyor. Dergi Fransa’da Komünist İşçi Partisi menşeili ekonomi alanında faaliyet gösteren bir dergi. Fransızca bilmememe rağmen Google Translate aracılığıyla derginin 95’inci sayısını inceledim. Acaba Türkiye karşıtı bir yazı var ondan mı yasaklandı diye. Ancak herhangi bir şey bulamadım. (Ek-2)

Tahminimce o dönemde komünizm bir tehlike olarak görülmüş bu yüzden yasaklanmış olabilir ki Resmi Gazete’de o dönemlerde bir çok yayının kısıtlandığı görülüyor.

  • Klima Yasağı

Üç tarafı denizlerle çevrili, turizm potansiyeli oldukça yüksek ve bugün dahi önemli turizm geliri elde eden ülkemizde bir zamanlar (özellikle 1970’lerde) klimalı otobüs yasakmış. Bunu Fatih Vural’ın yazdığı Besim Tibuk Yarını Yaşayan Adam adlı kitabından anlıyoruz. Besim Tibuk’un anılarından bahsettiği bu kitapta rehberken Türkiye’de otobüslerde klima yasağı ile çok mücadele ettiğini anlatıyor.

Ülkeye turist gelecek, döviz kazandıracak ama yazın ortasında turistleri klimasız otobüslerde pişmeye zorlayacaksın diye bürokrasiye sitem eden Tibuk, turistlere bu yasağı anlatamadığını söylüyor. Ankara’ya toplantıya davet edildiğinde bürokratların falanca talimatname gereği yollar aşınıyor dediklerini, 200 kg’lik klimanın otobüslere takılmasına müsaade etmediklerini ve bu bürokrasinin ülkeye önemli zararlar verdiğini söylüyor. Bu yasağın ancak 1980’nde kaldırıldığını söylüyor.

Besim Tibuk’un anılarını anlattığı bu kitap benim çok hoşuma gitse de özellikle bu klima yasağı konusu araştırmak istedim. Çünkü kitaplarda yazan her şey doğru olmayabilirdi. Ancak Besim Tibuk’un iddiasının doğru olduğunu gördüm.

24 Mayıs 1980 tarihinde çıkan bir kararla otobüslerde klima (air condition) cihazı serbest bırakılıyor.

  • Çakmak Yasağı

Ülkemizde 1946 yılında çakmak kullanımı tamamen yasaklanıyor. Çok acayiptir ki bunun sebebi de iktisadi. 1946’da kibrit üretimi devlet tekeline alınıyor ve kibrit kullanımının hem teşvik edilmesi amacıyla hem de buradan gelir etmek amacıyla çakmak kullanımı yasaklanıyor.

Bu yasak, 1952’de kibrit üretiminin devlet tekelinden çıkarılmasıyla kaldırılıyor. Ancak kibrit öylesine seviliyor ki uzun yıllardır kullanılmaya devam ediyor. Hatta kibrit kutuları aşağıdaki fotoğraflardan görüleceği üzere birer sanat eserine ve bazen de siyasi politika malzemesine dönüşüyor. Örneğin DYP İzmir İl Başkanlığı’nın çıkardığı kibritlerde olduğu gibi: ANAP’a oy verip kendinizi yakmayın. 🙂 (İkinci fotoğraf). İnhisar kibritleri 1946’da çıkarılmaya başlayan kibritler. İnhisarın kelime anlamı tekel, monopol anlamına geliyor.

Kaynakça

Eşek İhracatının Yasaklanması, https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/4217.pdf

Eşek İhracat Yasağının Kaldırılması, https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/6313.pdf

Cumhuriyet Gazetesi Amca Bey karikatürü, http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/GAZETE/cumhuriyet//cumhuriyet_1946/cumhuriyet_1946_mayis_/cumhuriyet_1946_mayis_24_.pdf

Economie et Politique adlı derginin 95’inci sayısının yasaklanması, https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/11588.pdf

Otobüslerde klima yasağının kaldırılması, https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/16997.pdf

Çakmak Yasağı, https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-49854358

Kibrit Üretimin Devlet Tekelinden Çıkarılması, https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/8026.pdf

Kibrit Kutuları, https://www.trthaber.com/haber/yasam/40-yili-askin-suredir-kibrit-kutusu-biriktiriyor-377616.html

Yarını Yaşayan Adam Besim Tibuk, Net Yayınları, Fatih Vural, Birinci Basım, 129-130. sayfalar

Para ile imanın kimde olduğu belli olmaz!

Neredeyse hepimiz “Para ile imanın kimde olduğu belli olmaz” sözünü duymuşuzdur. En azından gerçekten de imanın kimde olduğu belli olmaz çünkü o insan ile Allah arasında olan bir şeydir.

Peki paranın kimde olduğunu bilebilir miyiz? Cevap birazdan da görüleceği üzere, “hayır paranın da kimde olduğu belli olmaz, en azından son yıllarda böyle bir trend var.”

Türkiye için verilere bakmak istersek, Gelir İdaresi Başkanlığı her yıl vergilendirme dönemine ilişkin yıllık gelir vergisi ve kurumlar vergisi beyannamelerinin değerlendirilmesi sonucunda en fazla vergi beyan eden 100 mükellefi açıklıyor. Bu hem vergi verenleri onore etmek hem de vergi verilmesinin teşviki amacıyla yapılıyor.  Ancak bu listelerde bazen gerek bireyler olsun gerekse de kurumlar olsun sebebini bilmediğim bir şekilde isimlerinin açıklanmasını istemiyor. Bu listeye kişiler bazında Türkiye’nin en zenginleri, kurumlar bazında da en çok kar yapan şirketleri diyebiliriz. Neden isimlerini açıklamıyorlar emin değilim. ( Ben o kadar zengin olsam -ki Allah’ım inşallah- ismimin yazılmasından gurur duyardım. )

Şimdi, Gelir İdaresi Başkanlığın’dan aldığım Türkiye’nin en fazla gelir vergisi veren 100 kişilik listede isminin açıklanmasını istemeyen kişilerin yıllara göre dağılımına bakalım.

Grafik A: Gelir İdaresi Başkanlığı

Verilere baktığımızda en fazla gelir vergisi veren 100 kişilik listede, 1998 yılında 11 kişi isminin açıklanmasını istemezken 2019 yılına geldiğimizde ise 67 kişi isminin açıklanmasını istememiş ve trend de yukarı yönlü ilerliyor.

Şimdi de, yıllar itibariyle Türkiye’de en fazla kurumlar vergisi veren 100 mükellef listesinde isminin açıklanmasını istemeyen kurumların sayısına bakalım.

Grafik B: Gelir İdaresi Başkanlığı

Verilere baktığımızda, en fazla kurumlar vergisi veren 100 mükellef listesinde, 1998 yılında sadece 1 kurum isminin açıklanmasını istemezken 2019 yılında ise 20 kurum isminin açıklanmasını istememiş. Aynı şekilde trend anlamında gelir vergisi verenler gibi yukarı yönlü bir trend olsa da son yıllarda 20-25 bandında seyretmekte.

Kurumlar vergisi listesinde isminin açıklanmasını istemeyenlerin sayısı gelir vergisi listesindeki kişi sayısına göre daha düşük gerçekleşmiş. Gelir vergisi listesine 2019 yılı için baktığımızda listenin 3’te 2’si isminin açıklanmasını istememiş. Yani şunu diyebiliriz: İmanın kimde olduğu belli olmadığı gibi verilere göre paranın da kimde olduğu bilinmiyor çünkü isimlerini açıklamıyorlar. Bunun sebebini yukarıda da dediğim gibi cidden bilemiyorum. Ama bazen bazı kişiler dünyanın her yerinde olduğu gibi zengin insanlara karşı bir hırs, bir kin besleyebiliyor. Ben hiç öyle olmadım. Vergisini veriyorsa bırak kin beslemeyi bu kişilerin sayısının artmasını istemeliyiz. Zenginliğe karşı olmak değil, zenginliğin ve refahın tüm topluma yayılması için uğraşmalıyız. Ama bazen aşağıda Serdar Kuzuloğlu’nun videosundaki gibi, zengin = kötü insanmış gibi görülüyor.

KAYNAKÇA

Gelir İdaresi Başkanlığı İstatistikleri, https://www.gib.gov.tr/yardim-ve-kaynaklar/istatistikler

Üniversitelere Nakitsiz Kampüs Önerisi

Nakitsiz kampüs projesi nedir?

Üniversite kampüslerinde, kâğıt ve madeni para ile yapılan ödemelerin yerini üniversite kartı (öğrenci, idari ve akademik personel kartı) ve/veya kredi/banka kartının almasıdır.

Neden böyle bir projeye gerek var?

Covid-19 sürecinde önemi daha da fazla ortaya çıkan hijyen kurallarının sağlanması ve insan hatalarından kaynaklanan ödeme sorunlarının ortadan kaldırılması amaçlanmaktadır. Kredi/banka kartı ve üniversite kartlarının ödemede kullanılması kâğıt ve madeni paralardan daha hijyeniktir özellikle temassız kullanıldığında. Diğer taraftan ödemelerin nakitsiz olması, sayım-tesellüm işlemlerinin daha hızlı olmasına, kayıp-çalıntı ve hatalardan doğacak maliyetlerin azalmasına yol açacaktır.

Süreç nasıl işler?

Öğrenciler, akademik personeller ve idari personeller üniversite kampüsü içerisinde bulunan yemekhane, kantin, fotokopi hizmetleri, üniversite servis hizmetleri ödemeleri (otobüs içi ödeme) gibi ödemeleri kendilerinde bulunan kredi kartı/banka kartı ve üniversite kimlik kartları ile yapabilirler. Hali hazırda birçok üniversitede yemekhanelerde kullanılan yöntem, teknik altyapı hazırlanarak diğer konuları da rahatlıkla kapsayabilir.

Türkiye’de nakitsiz kampüs projesine geçen üniversiteler veya üniversitelerin bu şekilde uygulamaları var mı?

Gazi Üniversitesi ve Hacı Bayram Veli Üniversitesi kampüslerinde bulunan yemekhane, kantin gibi işletmelerde kâğıt ve madeni parayı kaldırdı onun yerine ödeme yöntemi olarak üniversite kartlarını ve kredi/banka kartını tercih etti. Hatta okulda bulunan otomatları da kaldırdı.

Son olarak Dokuz Eylül Üniversitesi kampüslerinde ödeme yöntemi olarak kredi/banka kartı ve üniversite kimlik kartlarının kullanacağını açıkladı yani bir nevi kağıt ve madeni parayı yasakladı.

Fotoğraf: Elif Sueda Yer, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kantini

Yükseköğretim Kurulu’nun bu konudaki görüşü nedir?

Yükseköğretim Kurulu, Türk Standartları Enstitüsü ile yaptığı işbirliği sonucunda bugün ( 7 Ekim 2020) itibariyle 93 sayfadan oluşan Covid-19 sürecinde kampüste eğitimin nasıl olması gerektiği ve alınacak tedbirlere ilişkin olarak “Küresel Salgın Bağlamında Yükseköğretim Kurumlarında Sağlıklı ve Temiz Ortamların Geliştirilmesi Kılavuzu”nu yayınladı.

Bu kılavuzun 47’inci sayfasında yer alan “Mümkünse para ile fiziksel teması içermeyen ödeme yöntemlerine de yer verilmelidir” ve “Su sebilleri ve otomatlar temassız olmalıdır” gibi bu iki önemli maddede YÖK, üniversitelere kağıt ve madeni para kullanımlarını sınırlandırmaları/engellemeleri tavsiyesinde bulunuyor.

Nakitsiz kampüsün avantajları ve dezavantajları nedir?

Dezavantaj durum olarak, üniversite kampüsü içerisinde yer alan işletmeler (avm, yeme-içme yerleri, kantinler gibi) eğer üniversite işletmesi değilse yani özel sektöre aitse bu geçiş süreçleri daha sıkıntılı olabilir. Burada ise özel sektör işletmelerine kredi/banka kartı kabulü seçeneği tanınması veya işletmelere üniversite kimlik kartlarıyla ödemeyi alabilecek sistemlerin kurulması yoluyla çözülebilir.

Avantajlı tarafı, üniversite mensuplarının kağıt ve madeni para taşımalarına gerek kalmaması, daha hijyenik bir ödeme yöntemi olması, sayım-tesellüm işlemlerinin daha hızlı olması, kayıp-çalıntı ve hatalardan doğacak maliyetlerin azalmasına yol açacaktır.

KAYNAKÇA

Dokuz Eylül Üniversitesi, https://sks.deu.edu.tr/duyurular/sks-kantin-kafeterya-ve-sosyal-tesislerinde-akilli-kart-ile-alisverise-gecilmesi/

Yükseköğretim Kurulu, Küresel Salgın Bağlamında Yükseköğretim Kurumlarında Sağlıklı ve Temiz Ortamların Geliştirilmesi Kılavuzu, https://www.yok.gov.tr/Documents/Yayinlar/Yayinlarimiz/2020/yuksekogretim-kurumlarinda-saglikli-ve-temiz-ortamlarin-gelistirilmesi-kilavuzu.pdf

Benim Gözümden YEP

Eski adıyla Orta Vadeli Program (OVP) yeni adıyla Yeni Ekonomi Programı (YEP) kamunun izleyeceği makro ekonomi politikalarını, ilkelerini, hedef ve gösterge niteliğindeki temel ekonomik büyüklükleri de kapsayacak şekilde hazırlanan programdır.

Dün 2021-2023’ye yönelik program kamuoyu ile paylaşıldı. 61 sayfadan oluşan bu raporda enflasyon, büyüme, cari açık vb. hedeflerin yanı sıra ekonomide hangi politikalar izlenecek ona yönelik maddeler yer almaktadır. Bu raporu özellikle iktisat öğrencilerinin okumasını öneririm. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın sitesinde pdf olarak bulabilirsiniz.

Bu yazıda ise kendimi henüz ehil hissetmediğim için enflasyon, büyüme, cari açık vs tutar mı o tartışmalara girmeyeceğim. Programı okuyup anladığım kadarıyla hoşuma giden ve eleştirdiğim şeyleri maddeler olarak yazmaya çalışacağım. Vurgulamakta fayda var bunlar benim kendi düşüncelerim, eleştirdiğim şeyler size mantıklı gelirken hoşuma giden şeyler mantıksız gelebilir.

Temel hedefler kısmında “Büyümenin seviyesinin yüksekliği kadar kaliteli, kapsayıcı ve sürdürülebilir olması için makroekonomik dengeleri gözeten ve stratejik reformlarla desteklenen yeni bir kalkınma modeli uygulanacaktır” diye bir madde var. Bu geçen seneki YEP’te yoktu. Anlaşılan devlet “yüzde 5 büyüdük yüzde 7 büyüdük” gibi sözlerden ziyade büyümenin kalkınmayı destekleyici taraflarına odaklanmış görünüyor. Büyüme demek kalkınma demek değildir. Büyümenin nasıl olduğu da bir sorundur. Sanırım bundan sonra kalkınmayı daha destekleyici bir büyüme isteniyor, olur mu zaman gösterecek.

Temel hedefler kısmında “Türkiye Varlık Fonu, cari işlemler dengesini güçlendirecek, ülkenin stratejik hedeflerini ve finansal piyasaların gelişmesini destekleyecek, yerli ve yabancı yatırımcılar ile iş birliklerine dayanan sabit sermaye yatırımları yapacaktır” diye bir madde var. Sabit sermaye yatırımı sözcüklerinin altını ben çizdim. Buradan anladığım içerisinden geçtiğimiz hem pandemi süreci ve hem de ekonomide genel belirsizliklerin devam etmesi özel sektörün yeni yatırımları yapmadaki isteksizliğine karşın devlet bunları ben yapacağım diyor. Finansmanını da Türkiye Varlık Fonu aracılığıyla yapmak istiyor. Burada verimliliği ve istihdamı artıcı yatırımlara öncelik verilmesi ve bu finansmanı son derece doğru yönetmek gerekir diye düşünüyorum.

Temel hedefler kısmında “Vergi politikaları vergide adalet ve eşitlik ilkelerini pekiştirecek şekilde sürdürülmeye devam edilecek, vergi tahsilatının etkinliği artırılacak ve kayıt dışı ekonomiyle mücadele sürdürülecektir. Program süresince, vergi affına gidilmeyecektir” diye bir madde var. Son cümle oldukça önemli. Çünkü vergi afları kamuoyunun vicdanını oldukça rahatsız eden bir durumdu.  Bir tarafta vergisini düzenli, zamanında ve tam ödeyen mükellefler diğer tarafta tüm bunların aksine mükellefler vardı. İkinci kısmın ödenmeyen vergileri affa uğratılması oldukça rahatsız ediciydi. Eğer uygulanırsa 2023’e kadar bir vergi affı gelmeyecek görünüyor ki bu da oldukça güzel gelişme.

Büyüme başlığı altında “Küresel rekabet gücümüzün artırılması ve dışa bağımlılığın azaltılması için stratejik öneme haiz aşı ile ilaç, tıbbi cihaz ve tanı kitleri geliştirilerek üretimi yapılacak ve biyoteknolojik/biyobenzer ilaçların üretiminde kamu hastanelerinin klinik araştırma potansiyelleri artırılacaktır” adlı bir madde var. Bunu, Temmuz ayında İktisat ve Toplum dergisinde Burcu Balsever ile birlikte yazdığımız bir yazıda da savunmuştuk. Hatta bir Youtube videosunda da bu yazıyı anlatmıştık. Covid-19 sürecinde ortaya çıkan göreceli başarı, bize sağlık turizmi konusunda pozitif bir etki oluşturacak ama biz bunu sağlık hizmeti ve sağlık sanayisiyle beraber desteklemeliyiz demiştik. Çünkü medikal cihaz ve ekipmanların üretiminde eksikliğimiz var ve devlette bu konuda üretim yapacak şirketleri teşvik etmeli demiştik.

İstihdam ile ilgili başlık altında, “… kısmi süreli çalışmayı teşvik edici ve işgücü piyasasına ilişkin yapısal düzenlemeleri de içeren İstihdam Kalkanı Paketi hayata geçirilecektir” adlı bir madde ve arkasına “İleri yaş gruplarında istihdamın desteklenmesine yönelik olarak 50 yaş üstü tam zamanlı çalışanların kısmi zamanlı çalışmaya geçişi teşvik edilecek, bu sayede iş ve yaşam dengesi daha sağlıklı hale getirilecektir” adlı bir madde var. Programın geneli de incelendiğinde sadece istihdam başlığı altında değil birçok yerde istihdamla ilgili maddeler var. Bu da bana programda öncelik daha çok istihdama ayrılmış gibi hissettirdi. Mevlüt Tatlıyer’in İstihdamı Paylaşmak adlı kitabını okuduktan sonra bu üstteki madde bana oldukça mantıklı geldi. Avrupa işsizliğin düşük olmasının sebeplerinden bir tanesi de kısmi zamanlı çalışanların oranının yüksek olması. Türkiye’de bu oran oldukça düşük. Örneğin sanayide, inşaatta kısmi süreli çalışma imkânı düşük ama perakende sektörü veya hizmetler sektöründe uygulanabilirliği oldukça yüksek. Diğer taraftan sanırım 50 yaş üstü kısmi zamanlıya teşvik edilerek gençlerin istihdamına yer açmak ve 50 yaş üstü içinse iş/yaşam dengesi amaçlanmış.

Fiyat istikrarı başlığı altındaki maddeleri pek anlamlandıramadım. Enflasyon sorunu Türkiye’nin en büyük sorunlarından ama bana göre bu başlığa yeteri kadar önem verilmemiş. Örneğin, Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu fahiş fiyatlara karşı tüketiciyi koruyacaktır diyor. Şimdi bu madde kulağa hoş gibi geliyor ama fahiş fiyatın ölçüsü nedir? Devlet fiyatlara bu fahiş fiyattır deyip müdahalede bulunması piyasayı bozmaz mı diye düşünmeden edemiyorum. Bu başlık altında fiyat istikrarı ile ilgisini çözemediğim maddeler var. Örneğin sertifikalı tohum kullanımının yaygınlaştırılası maddesi, bitkisel ve hayvansal üretim modeli maddesi. Bence bu durum asıl önem verilmesi gereken başlığa ciddiyetsiz yaklaşılmış gibi geldi.

Kamu maliyesi başlığı altında, bir tane madde var ki benim çok ilgimi çekti. “ …elektronik ortamda yapılan ticari faaliyetlerin veya sosyal medya kullanılarak kazanılan gelirlerin vergilendirilmesine yönelik düzenlemeler gözden geçirilecektir” deniliyor. Bu maddeyi okuyunca açıkçası bir gülümsedim. Sanıyorum ki ilerleyen günlerde veya aylarda Instagram üzerinden Influencer’ların tanıtım adı altında yaptıkları satışlar veya Youtube kazançlarına yönelik bir yeni vergi geliyor gibi. Maliye açıkçası burada dönen yüksek meblağlı alışverişleri görmüş durumda.

Cari işlemler dengesi başlığı altında “Bor ve lityum başta olmak üzere madenler işlenip yüksek katma değerli ürünlere dönüştürülüp uluslararası piyasaya sunulacaktır.” maddesi var. Buna benzer madde geçen seneki programda da vardı. Eş-dostta eğlensin, her şeyden bir şey koyalım diye düşünülmüş herhalde. Böylesine bir programda bence hiç gerek yok, ilkokuldan beri duyuyoruz zaten.

Cari işlemler dengesi başlığı altında, “Petrol ve doğal gaz kaynağı aramaları, başta denizlerde olmak üzere, hızlandırılarak sürdürülecektir” adlı bir madde var. Doğu Akdeniz’de ve Karadeniz’de doğalgaz aramalarının sürdürüleceği kararlılığı ifade edilmiş. Bu oldukça önemli çünkü cari açığımızın büyük bir kısmı enerji ithalatından kaynaklanıyor. Örneğin doğalgazı Rusya’dan, İran’dan Azerbaycan’dan alıyoruz. Doğalgazı hem ısınma hem de elektrik üretimi için kullanıyoruz. Bu kalemi ne kadar ülke içinden elde edebilirsek bizim için o kadar faydalı olacaktır. (Kaynak laneti dışında)

Diğer taraftan bir eleştiri olarak programda bir gelir eşitsizliğine konusunda devletin ne yapması gerektiğine dair hiçbir şey göremedim. Gini endeksi oldukça yüksek. Mesela bunu indirmeye yönelik neler yapılabilir, buna yönelik bir şey olabilirdi. Aynı şekilde kayıt dışı ekonomi konusunda pek bir şey göremedim ki bu da Türkiye ekonomisi için oldukça sorunlu. Yapılan çeşitli çalışmalara göre %20-%30 arasında. Bir iki madde gördüm ancak pek dişe dokunur şeyler değil. Örneğin bir nakit ödemede üst sınır olan 7000 TL program süresince 6000 TL’ye kadar geriletebilirdi gibi. Bu iki konuya bilhassa baktım ancak göremedim.

Son olarak bunlar benim gözümdendi. Programı sizin de okumanızı tavsiye ederim.