1) COVID’in tahribatı az çok belli olmaya başladı, açıklanan veriler çerçevesinde ve büyümenin ana belirleyicilerini dikkate alarak Türkiye’de 2020 yılında görünümünü nasıl değerlendirirsiniz? Aşağı ve yukarı yönlü risk faktörleri neler olabilir?
İktisatçıların büyüme tahmin performansının genelde parlak olduğu söylenemez. Hele de büyümenin ana belirleyicisi bir iktisadi olay değilse… Bu yıl bütün dünyada iktisadi faaliyetin seyrini sağlık probleminin hangi hızda ortadan kalkacağı belirleyecek. Nitekim Türkiye özelinde bakıldığında yıla ilişkin büyüme beklentilerin halen oldukça dağınık olduğunu görebiliyoruz.
2020 için tahmin yaparken şu soruyu yanıtlamak önemli. Ekonomide toparlanma ne zaman başladı ve hangi hızda devam eder? Açıklanan veriler bize bir miktar ipucu veriyor. Nisan ayında dibe vurduktan sonra Mayıs’ta sınırlı da olsa toparlanma işaretleri görülmeye başladı. Öncü veriler Haziran’da toparlanmanın güçlenerek süreceğine işaret ediyor. Dışardan gelen haberler de aynı şekilde Mayıs ayı itibarıyla bir miktar iyileşme başladığı yönünde. İhracatta Nisan’da yüzde 40 daralma varken öncü veriler Mayıs’ta yüzde 30 küçülmeye işaret ediyor. Büyük ihtimalle Haziran’da görünüm daha da iyi olacaktır. Henüz olumlu sinyal gelmeyen taraf turizm harcamaları. Nisan-Mayıs döneminde yabancıların yurt içinde yaptığı harcamalarda yüzde 90’lara varan daralma gözlendi, burada henüz bir toparlanma yok. Bu da şaşırtıcı değil tabi ki; şokun niteliğini dikkate alırsak turizm gelirlerinin krizden çıkış trenine en son eklenen vagon olmasını bekleriz. İçerdeki faaliyete dair ise birçok gösterge toparlanmanın başladığına işaret etmekte. Kredi kartları harcamaları Haziran başı itibarıyla Şubat seviyesini yakalayacak görünüyor. Elektrik üretimi Nisan’da bir önceki aya göre yüzde 15 daraldıktan sonra Mayıs’ta yüzde 8 civarında artış gösterdi. Haziran’da toparlanma daha belirgin hale geldi. İç talepteki toparlanmanın katkısıyla ithalatta da kısmi bir canlanma gözleniyor.
Elimizde henüz yılın ikinci yarısına dair veri yok. Ancak anketler ve ileriye dönük beklentilerden bazı çıkarımlarda bulunabiliriz. Yılın ikinci yarısına dair en taze bilgi TCMB ve TÜİK’in ortak yayımladığı İktisadi Yönelim Anketinde (İYA) yer alıyor. İYA’da kapasite kullanımında Mayıs’ta henüz bir toparlanma yok, özellikle küçük işletmelerde Mayıs ayında dipten dönüşü göremiyoruz ama bu dönem tatillerin de etkisiyle sokağa çıkma yasağının en yoğun uygulandığı dönem olduğu için trendi tam yansıtmıyor olabilir. Bu nedenle Mayıs ayında gerçekleşmelerden ziyade beklentilere bakmak daha sağlıklı olur. Bu şekilde bakıldığında özellikle ihracat siparişleri ve üretim hacmi beklentilerinde kayda değer bir toparlanma olması Haziran’dan itibaren iyileşmenin belirginleşebileceğine işaret etmekte. Tabi gerçekleşmelerin ne ölçüde beklentilerle uyumlu olacağı henüz soru işareti olarak ortada duruyor.
Yılın kalanında büyümenin görünümünde sağlık problem ile ilgili tedirginliğin hangi hızla ortadan kalkacağı belirleyici olacak. Bu hem içerdeki güven açısından önemli hem de dış ticaret ve finansman kanalı açısından kritik. Büyük ihtimalle bütün dünyada biraz deneme yanılma şeklinde bir yöntem izlenecek. Ekonomiler kısmi olarak açılacak, takip edilecek, eğer sağlık krizi kontrol edilebilir limitlerde ise normalleşme devam edilecek, olmazsa biraz geri çekilip durum izlenecek ve stratejiler gözden geçirilecek. Diyelim ki biz süreci iyi yönettik ve içerde hızlı bir normalleşme sağladık, ekonominin eski gücüne kavuşması için bu yeterli olmayacak, dışarısının da buna eşlik etmesi lazım. Tam toparlanma için hem ihracat hem de turizm tarafında eş zamanlı bir normalleşme gerekiyor.
Şöyle düşünelim: bu sene turizm gelirleri iyi bir ihtimalle yüzde 70 civarında azalacak. Turizmin ileri ve geri bağlantılı sektörlerini düşündüğümüzde sadece bu gelişme bile yıl başı itibarıyla tahmin ettiğimiz büyümeden 4 yüzde puan civarında götürüyor. Ticaret yaptığımız büyük Avrupa ülkelerinde çift haneli küçülmelerden bahsediliyor, özellikle İtalya, İspanya ve İngiltere’de derin daralmalar yaşanacak. Eğer bu öngörüler gerçekleşirse yıl genelinde ihracat gelirlerimizdeki küçülme yüzde 15-20’leri bulabilir.
Hem turizm hem de ihracatın zayıf olduğu bir dönemde kısa vadede bir toparlanma gerçekleşecekse bunun büyük ölçüde iç talep çekişli olması gerekiyor. Öte yandan, iç taleple büyümek durumunda kalınca ithalatı hızla artırarak döviz ihtiyacı yaratıyoruz. Bu süreci kur üzerinde baskı yaratmadan yönetebilmemiz için dışardan döviz girişi gerekiyor veya içerden finanse edeceksek de dolarizasyonu tersine çevirmemiz lazım. Dolayısıyla bu sene derin bir küçülme yaşamamamız için ya döviz girişlerini artırmamız gerekiyor, ya da ithalatı kısıcı tedbirlere devam edip talebi ithal mallardan yurt içine yönlendirmek gerekiyor. Yapılanlara baktığımızda ekonomi yönetiminin bir yandan swaplarla geçici dış kaynak sağlamaya çalışırken diğer yandan da ithal mallara kapsamlı vergilerin getirildiğini görebiliyoruz. Dolarizasyonu önlemek için de bir dizi düzenleyici tedbirler alınıyor. Ancak bu önlemlerin de maliyeti var. Döviz işlemlerini kısıtlayan düzenlemeler öngörülebilirliği azaltarak döviz çıkışını hızlandırıyor ve piyasanın derinliğini azaltılıyor. İthal mallar üzerindeki vergilerin yükseltilmesinin de içerde enflasyonu besleme riski var. Bu da faiz indirimleri ile ekonomiye destek verme kapasitesini azaltmakta. Sonuçta ne yaparsak yapalım bütün bu saydığım sebeplerden dolayı bu sene için büyümenin pozitif olması zor görünüyor. Bütün bu faktörleri bir arada düşününce ekonomide eski trende dönüşün zaman alacağını söyleyebiliriz. Kısa vadedeki baz etkisi kaynaklı sıçramanın ardından kademeli bir toparlanma senaryosu daha makul görünüyor.
Orta vadede ise toparlanmayı sınırlayabilecek bazı önemli faktörler var. Birincisi şirket borçluluklarının ve taahhütlerinin yüksek olması. Önümüzdeki dönemde sadece kredi borçlarının değil ertelenen vergi ve primlerin de ödenmesi gerekiyor. Bu da bir süre için yatırımları sınırlayıcı etki yapacaktır. İkincisi satın alma gücü ve harcanabilir gelire dair gelişmeler de toparlanmayı sınırlayabilir. 2018 ortalarından bu yana istihdam oranının 4 puan düştüğünü görüyoruz. Kadınların işgücüne katılımı son 15 yıldır ilk defa tersine döndü ve geçen yıldan bu yana üç puan düştü. Son iki yıldır 1,5 milyona yakın istihdam kaybı oldu. Yeni veriler açıklandıkça yıl ortasına kadar işgücü piyasasındaki bozulmanın sürdüğünü görebiliriz. Bu dönemde işsizlik oranını değil doğrudan işgücü ve istihdama dair değişkenleri takip etmek gerekiyor. Önümüzdeki aylarda işgücüne katılım ve istihdam düşmeye devam edebilir. İstihdam demek harcama demek, kredi talebi demek. Dolayısıyla bu faktörün de ekonomideki toparlanmayı bir müddet sınırlayacağını söyleyebiliriz.
Biraz da olumlu taraftan bakarsak, ekonomimizdeki küçülmenin diğer birçok ülkeye göre daha sınırlı olması için sebepler de var. Covid daha çok hizmet sektörünü vurdu. Bizde hizmetler sektörünün ağırlığı gelişmiş ülkelere göre halen daha düşük. Sağlık sistemimizin kapasitesi nedeniyle eve kapanmalar sınırlı tutulabildi. Ayrıca tarihsel olarak belirsizlik dönemlerinden sonra toparlanma hızımız genelde olumlu yönde şaşırtmıştır. Bunda genç ve dinamik bir ülke olmamızın yanı sıra krizlere ve belirsizliklere alışkın olmamızın etkisi de var. Nitekim geçmişte yaşadığımız birçok durgunluktan çıkış safhasında iç talebin toparlanma performansı tahmincileri genelde pozitif yönde şaşırtmıştır. Tabi bu defa dış finansman kısıtları biraz daha belirleyici olduğu için bu taraftaki dinamikleri daha dikkatli izlemek gerekiyor.
Sonuç olarak, bütün bu değerlendirmeleri rakamlara çevirip bunun etrafında da risk senaryoları oluşturursak şöyle bir çerçeve kurgulamak makul olabilir: mevcut veriler ikinci çeyrekte yıllık büyümenin -8 ile -9 arasında bir yerlerde gerçekleşebileceğini söylüyor. İkinci yarıdaki toparlanmayla birlikte sene sonu itibarıyla yıl başındaki seviyelerin bir miktar altında kaldığımız bir senaryo altında, yıl genelini çok derin olmayan ama negatif bir büyümeyle bitirebiliriz. Gelen her veri bu tahmini değiştirebilecek olsa da şu anki bilgilerle ana senaryo bu şekilde kurgulanabilir. Tabi bu tahmine dair aşağı ve yukarı yönlü risklerin olduğunu belirtmek gerekiyor. Yukarı yönlü, yani iyimser taraftaki risk, virüste ikinci dalganın sınırlı olduğu, yani sağlık kapasitesini zorlayacak düzeye hiç gelmediği, dolayısıyla normalleşmenin kesintisiz bir şekilde ilerlediği, ayrıca yurt dışı risk iştahının daha olumluya döndüğü bir durum olarak ele alınabilir. Bu durumda yıl genelinde büyüme sıfıra yakın veya sınırlı pozitif gerçekleşebilir. Aşağı yönlü risk ise virüsün artçı etkilerinin tahmin edilenden daha büyük olması ve bu durumun hem iktisadi güveni hem de fon girişlerini sınırlamaya devam etmesi. Böyle bir senaryoda ekonomik destek paketlerinin uzatılması ve kapsamının genişletilmesi gerekeceğinden hem dış finansman hem de bütçede kısıtlar ortaya çıkabilir ve yıl genelindeki daralma oldukça yüksek düzeylere ulaşabilir. Umarım olumlu senaryoya daha yakın kalırız.
Olumlu senaryoda dahi 2020 yılının başındaki üretim seviyelerini tekrar görmemiz 2021 bahar aylarını bulacak gibi görünüyor. Tabi bunu ekonomi geneli için söylüyorum, sektörel bazda bakıldığında çok farklı hikayeler var; örneğin gıda, temel sağlık malzemeleri, iletişim-teknoloji ürünleri ve ambalaj gibi sektörlerde göreli olarak daha olumlu bir performans görülmesi doğal olacaktır.
2) Bu sene makro dengeler açısından tarihsel ilişkilerin farklılaştığı bir dönem yaşıyoruz. Mesela normalde ekonominin bu kadar yavaşladığı bir dönemde enflasyonun da hızla düşmesi beklenirdi. Neden bunu göremiyoruz? Önümüzdeki dönemde görecek miyiz?
Yaptığımız çalışmalarda Türkiye’de enflasyon dinamiklerinin en temel belirleyicilerinin beklentiler ve kur davranışı olduğunu görüyoruz. Mayıs ayı itibarıyla TÜFE enflasyonu beklentisinin önümüzdeki bir ve iki yıl için sırasıyla 9,2 ve 8,3 düzeyinde. TCMB’nin swapla verdiği fonlamanın maliyetini de dikkate alırsak işlevsel fonlama faizinin yaklaşık yüzde 7,6 düzeylerinde olduğunu görüyoruz. Mevduat faizleri de bu civarda seyrediyor. Yani reel faiz TCMB’nin kendi beklentisine göre bile negatifte. Akran ülkelerde Hindistan ve orta Avrupa ülkeleri dışında pek negatif faiz yok, ki bu ülkelerin hiçbirinde enflasyon hedeften uzak değil. Riskliliğin yüksek olduğu bir konjonktürde reel faizin negatif olması döviz kuru üzerindeki baskıyı artırarak enflasyondaki düşüşü sınırlıyor.
Büyüme enflasyon ilişkisi iktisadi yazında daha çok kendini Philips eğrisi üzerinden gösteriyor. Küresel kriz sonrası çıktı açığı ve enflasyon ilişkisinin zayıfladığı üzerine epey tartışma oldu. Hatta ABD merkez bankası da dahil bu konuda akademik konferanslar düzenledi. Bu dönemde ise ilişkinin zayıfladığının görülmesi büyük ihtimalle potansiyel büyümeyi doğru ölçemememizden kaynaklanıyor. Çünkü hem arz hem de talep şoku söz konusu. Dolayısıyla yaşanan şokun niteliği itibarıyla mevcut dönemde büyüme enflasyon ilişkisi de daha karmaşık bir yapı alıyor. Sorun arz şoku olarak başladı ama belirsizliğin etkisiyle bir büyük talep şokuna dönüştü. Yine de bu dönemde talep düştü bu nedenle enflasyon da hızla düşecek demek kolay değil, özellikle kısa vadede bunu pek görmeyebiliriz çünkü arz ve talebin normale dönüş hızı birbirinden oldukça farklılaşıyor. Normalleşme aşamasında birçok sektörde (özellikle hizmetlerde) sağlık koşullarına uyarlama nedeniyle kapasite de azaldı. Her sektörde farklı dinamikler de söz konusu olacak. Hizmet sektöründe tam kapasiteye dönülmesi vakit alacak. Otel ve lokantalar, berberler, tamamlayıcı sağlık hizmetleri, ulaşım gibi sektörlerde kapasite kısıtları nedeniyle birim maliyetler arttığı için fiyat baskıları oluşabilir. Öte yandan mal tarafına baktığımızda özellikle ihracat yapamadığımız sektörlerde yurt içine arz edilen mallar fiyatları düşürecektir.
2020 yılı geneli için nasıl bir dinamik öngörebiliriz? Gerek arz gerekse talep tarafının göreli toparlanma hızına bağlı olarak oluşabilecek fiyat dinamiklerini üç aşamalı düşünebiliriz. İlk aşamada yani kısa vadede arz geri gelen kadar büyük ihtimalle enflasyonda belirgin bir düşüş görmeyeceğiz. Sonrasında, yani normalleşme aşamasında stok eritme sürecinin de başlamasıyla enflasyonda daha belirgin aşağı yönlü bir hareket görebiliriz, bu mesela Temmuz-Eylül dönemi olabilir. Üçüncü aşamada, yani toparlanmanın olgunlaşma evresinde (yılın son çeyreğinden 2021 yılının bahar aylarına kadar olan bir dönemde) geçmiş maliyetlerin fiyatlara yansıtılmasıyla tekrar enflasyon baskılarını görebiliriz. Sonuç olarak, enflasyon büyük ihtimalle yılın üçüncü çeyreğinde tek haneyi görecektir, ancak düşük tek haneli değerlere inmesi için şu andaki dinamikler yeterli olmayabilir, bunun için ilave çaba gerekiyor. İlk planda para politikasının inandırıcılığının artırılması ve beklentilerin daha etkin bir şekilde yönetilerek kurdaki değer kaybının önlenmesi yardımcı olabilir.
3) Benzer şekilde iktisadi faaliyetin bu kadar daraldığı bir dönemde geçmişte gördüğümüzün aksine cari dengede de bozulma yaşanıyor. Bu da dış finansman ihtiyacını daha da artırıyor. Siz bu sürecin devam etmesini bekliyor musunuz? Böyle bir konjonktürde nasıl bir büyüme kompozisyonu ve finansman modeli hedeflemek gerekir?
Mevcut dönemde büyümedeki yavaşlama cari açığı iyileştirmiyor gibi görünüyor çünkü büyüme daha çok döviz kazandırıcı faaliyetlerdeki daralma nedeniyle yavaşlıyor. İhracat ve turizmdeki çöküş iç talepteki yavaşlamadan daha belirgin olduğu için son aylarda cari dengede hızlı bir bozulma yaşlandı. Turizm gelirleri ikinci çeyrekte büyük ihtimalle yüzde 90 civarında düşecek. Dolayısıyla hizmet ihracatı hiç görmediğimiz kadar zayıf. Hem dış ticaretin hem de turizmin bu kadar daraldığı bir dönem geçmişte sadece savaş yıllarında görülmüş.
Kısa vadeli gelişmelere bakarsak geçtiğimiz seneyi 9 milyar dolar fazla ile bitirdikten sonra cari dengenin yılın ilk üç ayında hızla sıfırlandığını görüyoruz. Nisan ve Mayıs öncü verileri ile birlikte değerlendirirsek yılın ilk beş ayı toplamında yaklaşık 15 milyar dolar cari açık vermiş olacağız. Normalde her sene Haziran ayından itibaren turizm gelirlerinin desteğinin artmasıyla biz aylık açıkların sınırlandığını görürdük. Bu yıl öyle olmayacak. Peki yıl genelinde yüksek bir dış açığı finanse edecek bir sermaye girişi bekliyor muyuz? Kolay değil. Dış finansman konusunda son yirmi yıldır görmediğimiz bir kısıt yaşıyoruz. Döviz bulmak eskisi kadar kolay değil. Bu durum hem küresel faktörlerden hem de içerde bizim kendi yaptıklarımızdan kaynaklanıyor. Dolayısıyla cari açık ve finansman ihtiyacı bu sene toparlanmanın hızı açısından kritik olacak gibi görünüyor. Bu yıl için cari denge tahmini yaparken dış finansman ve büyüme etkileşimi üzerinden ilerlemek daha doğru bir yaklaşım olabilir. Bu şekilde bakıldığında çok yüksek bir cari açık vermememiz gerekir.
Geçmiş krizlerden çıkışı düşünürsek genelde kurda bir değer kaybı ve bunun ihracat veya turizm gelirleri üzerindeki olumlu etkileri krizden çıkışlarda bize destek veren temel unsurlardan biri olmuştu. Şimdi durum biraz daha farklı. Birincisi turizm gelirleri kura olumlu tepki vermeyecek, çünkü buradaki toparlanma kısa vadede tamamen sağlık krizinin bitmesine bağlı. İkincisi, döviz kurunun bilanço ve güven kanalı üzerinden iktisadi faaliyeti olumsuz etkileme derecesi artmış olabilir. Yani standart ticaret kanalından ziyade bilanço-güven kanalı kısa vadede baskın olabilir. Şirketler kesimi her ne kadar yabancı para cinsinden borçluluklarını azaltmış olsa da halen biriktirdikleri borçları ödemeye devam ediyorlar. Ayrıca zayıf talebe rağmen, enflasyonla kur arasındaki ilişki de enflasyon belirsizliğinin yüksek olması nedeniyle henüz azalmadı. Bu nedenle yerli paranın değer kaybetmesi parasal genişleme alanını azaltarak iktisadi faaliyetteki toparlanmayı sınırlayabilir.
Bütün bunlar ne anlama geliyor? Bizim bu sene şunu söyleme lüksümüz yok: iç taleple büyüyelim, cari açık olursa da bunu finanse ederiz veya bu açık kur üzerinde baskı oluşturursa da katlanırız. Bunu tam olarak diyemiyoruz. Kurun daha fazla artmasına fazla tahammülümüz yok. Dış finansman ise hepimizin bildiği sebeplerden zayıflamış durumda. Dış açığı merkez bankası döviz rezervleriyle finanse etme konusunda da alanımız oldukça daraldı. O zaman bütün yollar şöyle bir politika yaklaşımına çıkıyor: iç talep toparlanırken cari dengenin daha fazla açılmasına izin vermemeliyiz, içerde de dövize talebini azaltmalıyız. Öte yandan mevcut durumdaki politika bileşimiyle bu kolay değil. Hem kredileri sonuna kadar pompalayalım, reel faizi derin negatif seviyelere çekelim, hem de kur üzerinde baskı olmasın. Peki bu nasıl olacak? Kısa vadede iki yolla olabilir. Bir yandan ithalat yapmak zorlaştırılabilir veya maliyeti artırılabilir; diğer yandan döviz piyasası sığlaştırılabilir. Böylece döviz müdahaleleriyle aşırı kur hareketlerinin kontrol altına alınması da kolaylaştırılabilir. Nitekim, söz konusu alanlarda bir süredir adım atılıyor. Bu durum aynı zamanda ekonomiyi bir ölçüde daha korumacı bir bileşime doğru götürmek anlamına geliyor ve son kırk senedir inşa edilen modelden dönüş eğilimini yansıtıyor. Bu anlamda tarihi bir dönemeçte olduğumuzu söylemek mümkün. Fayda ve maliyetlerini etraflıca değerlendirmek lazım.
4) Hep günceli konuştuk. Biraz geriye çekilip büyük resme baktığınızda genç iktisatçı adaylarına neler önerirsiniz?
Öncelikle şunu belirtmek isterim. Kendi derslerimi alan öğrencilerden çıkardığım kaba istatistiklere göre iktisat eğitimi görenlerin yüzde 85’i mezun olduktan sonra iktisatçı olarak çalışmıyor. Çünkü akademi dışında gerçekten iktisatçı olarak iş yapılabilecek kurum ve iş sayısı maalesef sınırlı. Bu nedenle de birçok iktisat mezunu öğrenci bankacı, muhasebeci, iş geliştirme uzmanı gibi mesleklere yöneliyor. Tabi bu kötü bir şey olmayabilir, herkesin saf iktisatçı olarak çalışması gerekmiyor, ayrıca ilgi alanları sonradan belli olabilir. Ancak bu durum lisans öğrencilerinin hangi yolu seçeceklerini önceden belirleyip ona göre ders almalarının önemine işaret ediyor. Her alanda bir tavsiye vermem mümkün değil ama aşina olduğum konularda belki birkaç ufak öneride bulunabilirim. Özellikle makro iktisat ve uluslararası iktisada ilgi duyan öğrenciler muhasebe, bankacılık ve şirket finansmanı gibi dersleri alsınlar ve mümkünse bu gördükleri konuları iktisat bölümlerinde öğrendikleri kavramlarla birleştirmeye çalışsınlar. Bu sentezi iyi yapan akademisyenleri, mesela Princeton üniversitesinden Markus Brunnermeier ve ekibinin yaptığı işleri, dikkatle takip etsinler.
Buraya kadar söylediklerim büyük ölçüde pratik hayata yönelik. Eğer öğrenciler iktisadı lisanstan sonra temel bir alan olarak seçmişlerse ve akademisyen, araştırmacı veya uzman iktisatçı olarak hayatlarını sürdürmek istiyorlarsa o zaman tavsiyeleri biraz daha çeşitlendirebiliriz. Bu yola giren öğrencilerin mümkün olduğunca teknik altyapılarını sağlamlaştıran dersleri almalarını öneririm. Öğrencilik dönemi tanım gereği öğrenme eğrisinin en dik olduğu dönem. Dolayısıyla öğrencilerin yüksek lisans ve doktora sırasında mümkün olduğunca ilerisi için teori ve ampirik alanlarda sağlam bir altyapı oluşturmaya gayret etmelerinde fayda var. İktisat aslında bir nedensellik bilimi. Yani değişkenler arasındaki nedensellikleri doğru kestirmek en temel işimiz. Bu olgu hem teorik hem de uygulamalı iktisadın en temel yapı taşını oluşturuyor. Bu nedenle araştırmacı/iktisatçı olarak hayatını devam ettirmek isteyen bütün öğrencilere matematiksel iktisat, ileri istatistik, oyun teorisi, davranışsal iktisat ve panel ekonometri derslerini mümkünse almalarını tavsiye ederim. Bunların dışında kendi ilgi alanlarına göre programı çeşitlendirebilirler. Tabi yeni ve alternatif teknikleri de takip etmekte fayda var. Bir süre sonra büyük veri ve yapay zeka yöntemleri artık klasik ekonometrinin yerini alabilir. Bu nedenle varsa okullarında bu derslere katılsınlar yoksa internetteki sanal dersleri izlesinler. Zira bu kadar ayrıntılı veriye erişimin mümkün olduğu ve bilgisayar işlem zamanının bir kısıt olmaktan çıkmaya başladığı bir dünyada, yapılan uygulamalı işlerin bir kanadı genelde büyük veri ve yapay zeka yöntemlerine bağlanacaktır.
Son olarak bir konu var ki bence hepsinden daha önemli. Aslında neyi seçtiğiniz çok da kritik olmayabilir, yeter ki sizi en heyecanlandıran alanı seçin. Eğer akşam yastığa başınızı koyduğunuzda veya sabah duş alırken zihninizi kurcalayan ve size keyif veren konular varsa oralara doğru yönelin. Çünkü yaptığınız işi, çalıştığınız konuyu seviyorsanız başarı kendiliğinden gelecektir.
Not: Hakan Kara hocam Cevdet Akçay’la birlikte kendime idol olarak gördüğüm iki iktisatçıdan birisidir. Bu uzun ve oldukça güzel söyleşiyi yapma fırsatı verdiği için bir kez daha kendisine çok teşekkür ederim.