Türkiye Kart Efsanesi

Türkiye Kart, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı nezdinde PTT Genel Müdürlüğü önderliğinde tüm Türkiye’deki belediye ulaşım araçlarından sadece tek bir kart ile faydanılması için geliştirilen bir projeydi. Başlıkta da efsane denilmesinin sebebi aslında ilk kez kamuoyuna 12 Aralık 2017’de duyurulmasıydı. Çünkü projenin 2018’de hayata geçmesi bekleniyordu.


Açıkçası 2018’den sonra belli başlı birkaç yerde proje dile getirilse de uzun süredir hiç konuşulmadı, ben de projeyi takip ettiğimden dolayı büyük ihtimal iptal olduğunu düşünmüştüm. Ta ki geçtiğimiz günlerde 12. Ulaştırma ve Haberleşme Şurası’nda PTT Genel Müdürü Hakan Gülten’in açıklamalarına kadar. Genel müdürün açıklamasına göre tek bir kartla Türkiye’deki tüm belediye ulaşım araçlarından faydalanacak (örneğin; İstanbul’da aldığınız bir kart Konya’da da geçecek.) hatta müze, milli parklar ve elektrikli scooterlarda da kullanılabilecek. Ayrıca genel müdür, şu anda pilot testlerin yapıldığı, birçok belediye ile anlaşma sağlandığını ve çok yakın bir sürede kullanıma açılağını ifade ediyor.

Ben bunun çok güzel bir fikir olduğunu ve birçok faydasının olacağını düşünüyorum. Hatta bu tarz konular konuşulmazken 5 Aralık 2017’de yine bu blogta “Nakitsiz Ekonomide Belediyelere Düşen Görev” başlıklı yazımda (bağlantıya tıklayarak ulaşabilirsiniz.) tek bir kartla tüm Türkiye’de belediyelerin ulaşım araçlarından faydanılması gerektiğini yazmıştım. Burada kart derken açıkçası ben bunun yeni çıkmaya başlayan çipli kimlik kartlarının olması gerektiğini ifade etmiştim. Hali hazırda yeni bir kart çıkarmak yerine çipli kimlik kartları ulaşımda kullanılabilirdi. Aslında bu düşüncem nakitsiz ekonomiye dayalı bir düşünceydi. Kâğıt ve madeni paradan kurtulalım derken bu seferde yemek kartları, çeşitli bankaların kartlarına boğuyoruz cüzdanlarımızı Halbuki tek bir kart ile tüm işlemlerimizi yapabiliriz.

Bu projeyi ben çok beğensem de ve hayata geçerse (ki daha önceki açıklamalara rağmen geçmemişti) bana göre avantajları ve dezavantajları var. Avantajları,

  • Vatandaşlar her gittiği şehirde yeni bir kart çıkarmak ve çeşitli maliyetlere katlanmak zorunda kalmayacaklar (zaman ve kart ücret maliyetini ödemek) ve belediyeler ise kart basma maliyetlerine katlanmayacaklar.
  • PTT eğer yaparsa öğrenciler ve yaşlılar belediyelere giderek indirimli kart çıkarmak zorunda kalmayacaklar, bunları öğrenciler için MEB ve YÖK veri tabanlarından çekebilirler.
  • Belki iç turizme faydası olabilir, tek bir kartla ulaşım sağlanacağı için gezmek daha kolay hale gelecek. Bu kartın aynı zamanda bir banka kart özelliği de olacağı için gezerken para taşımak zorunda kalınmayacak. Bu da hırsızlık ve para kaybetme gibi sorunlardan kurtulmayı getirecektir.

Şimdi de (olası) dezavantajları,

  • Bu proje, PTT öncülüğündeki Türk Telekom, Turkcell, Denizbank, Vakıf Katılım Bankası ve İBB’nin Belbim Şirket’i olmak üzere bir konsorsiyum tarafından geliştirildi. Sonuçta bir ulaşım kartı olarak tasarlansa da aynı zamanda bir banka kartı özelliği de var ve tek bir kartla tüm işlemlerinizi yapabileceksiniz. Burada büyük bir veri potansiyeli var. Bu veriler yukarıdaki devlet kurumları harici özel şirketlere verilecek mi yoksa sadece bir altyapı desteği mi sunacaklar bu henüz belli değil. Bu hem kişisel verilerin özel şirketlerin elinde olması sorununu hem de diğer özel şirketler karşısında rekabet üstünlüğü getirebileceği için sıkıntı oluşturabilir. Bunu PTT veya bakanlık bir iletişim kurarak verilerin sadece bakanlıkta veya PTT’de tutulacağını garanti etmeli.

Kaynaklar

Hürriyet Gazetesi, 12 Aralık 2017, https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/tek-bir-kartla-turkiye-ulasimda-cok-onemli-adim-40676145

Hürriyet Gazetesi, 26 Ocak 2018, https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/temmuzda-tek-kart-40721994

Hürriyet Gazetesi, Türkiye Kart Konsorsiyum, https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/lansman-tamam-sira-anlasmalarda-40723072

Nakitsiz Ekonomide Belediyelere Düşen Görev, https://berkkayabali.wordpress.com/2017/12/05/nakitsiz-ekonomide-belediyelere-dusen-gorev/

Habertürk, PTT Genel Müdürü’nün açıklamaları, https://www.haberturk.com/turkiye-genelinde-tek-ulasim-karti-kullanilacak-3217049-ekonomi

Şehirler ve Ekonomiler-1

Hacettepe’de iktisat lisanstayken aldığım Go adlı bir oyun dersi vardı ki hala da oynadığım bir oyundur. Enterasan gelebilir ama bu dersi aldıktan sonra hayata karşı biraz bakış açım değişti. Oyunu tümüyle anlatmayacağım ama konuyla bağdaştırmak için küçük bir örnek vereceğim. Oyunda tahtaya koyduğunuz bir taşın hareket etmesi için nefes noktaları vardır. Eğer siz o taşın nefes noktalarını keserseniz taşı öldürmüş olursunuz ve tahtadan çekmek zorunda kalırsınız.

Aynı burada olduğu gibi insanların da, şehirlerin de, ekonomilerin de nefes noktaları vardır. İnsanlar için her şey olabilir. Kimi zaman bir eşya olur kimi zaman sevdiğiniz bir insan olur, o olmadığında nefesiniz kesilmiş gibi hissedersiniz.. Şehirlerin de nefes noktaları vardır ki bunlar da genellikle yeşil alanlardır. Eğer siz bu yeşil alanları kapatırsanız, nefes noktalarını keserseniz şehir ölür. Peki bunun ekonomiyle bir ilgisi var mı? Bu konuda istatiksel olarak çalışılmış pek bir çalışma yok sadece sözel olarak ifade edilmiş altı doldurulmamış bazı şeyler ama benim bulduklarım istatiksel anlamda yeşil alanlar ve ekonomiler arasında bir ilişki olduğunu gösteriyor. Bu açıdan oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.

World Cities Culture Forum’un 2018 raporu dünyanın en önemli 35 kentiyle yaptığı çalışmayı konu alıyor. Burada geniş bir veri seti kullanmışlar. Şehirlerdeki uluslararası öğrencilerden, şehirde kaç tane kütüphane olduğuna vs kadar oldukça fazla sayıda veri var. Ancak ben o şehirlerin kamusal yeşil alan yüzdesi ve o şehirlerin gsyih’larına baktım ve Tablo-1’de excel dökümlerini gösterdim. Daha sonra da aralarındaki ilişkiyi daha net göstermek adına Tablo-1’deki verileri grafik şeklinde düzenledim ve Grafik-1’de gösterdim.

Tablo-1: World Cities Culture Report 2018

Grafik-1: World Cities Culture Report 2018

Grafik-1’deki her mavi nokta Tablo-1’deki bir şehri temsil etmekte. Yatay eksende şehirlerin Gsyih’sı, dikey eksende ise şehirlerin sahip olduğu yeşil alan yüzdesini vermekte. Görüldüğü üzere şehirlerin yeşil alanları ve Gsyih’sı arasında pozitif bir ilişki var. Yani yeşil alana daha fazla sahip olan şehirlerin Gsyih’sı da yüksek.

Her korelasyon nedensellik içermeyebilir ancak böyle bir ilişki olduğu görülüyor. İnşaatlaşmaya karşı değilim ancak kötü şehirleşme ve çarpık kentleşmenin beraberinde getirdiği hava kirliliğinin artışı, trafikte geçen süre gibi bir çok sorun insan psikolojisini oldukça etkiliyor. Bu etki çalışma verimliliğindeki azalış ile ekonomilerin genelini de etkileyebilecek negatif bir baskı oluşturabilir. (Bu fikrim yanlışta çıkabilir) O yüzden insanları yaşatmalı ki şehir yaşasın ki bu da ekonominize daha çok gelir getirsin.

Not: Bu bir seri yazısının ilkiydi. Bu daha çok dünya şehirleri ile ilgiliydi. İkinci seri yazısı daha çok Türkiye açısından olacak. Zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim.


Kaynak

http://www.worldcitiescultureforum.com/assets/others/181108_WCCR_2018_Low_Res.pdf

Kötü Şehirleşmenin Etkileri

Sitemde bugüne kadar hep kendi yazılarımı yazsam da bugün ilk defa bir çeviri yazısını paylaşacağım. Her ne kadar benim ana uğraş alanım ekonomi olsa da bunun yanında şehircilik ve mimari konuları da çok hoşuma gidiyor hatta bu sitedeki ilk yazım Şehir ve Ekonomi’dir. Hatta bunun için İstanbul Üniversitesi Açıköğretim’de Kültürel Miras ve Turizm bölümü okuyorum.

Neden böyle bir şey yapıyorum? Çünkü mimarinin, bina mimarisinin, şehir mimarisinin insan psikolojisi ve ekonomi üzerinde çok büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Geçen gün de The New Yorker‘ın İran’ın Hayalet Şehirleri ilgili makalesini okuyunca bu çeviri yazısını paylaşmaya karar verdim. Aşağıdaki çeviri yazısı da “Suriye’deki savaşın sebeplerinden birisi mimari olabilir mi?” sorusuna yanıt arıyor. Çeviri yazısının sonunda kendi düşüncelerimi de açıklayacağım.

“Bu konuşma Suriye’deki altı yıllık savaşta tahrip edilmiş bir şehir olan Humus’ta 2016 yılının Mayıs ayında internet üzerinden kaydedilmiştir. Merhaba. İsmim Marwa ve bir mimarım. Suriye’nin iç batısında bulunan Humus’ta doğup büyüdüm ve hep burada yaşadım. Savaşın altı yılının ardından Humus şu anda yarısı yıkılmış bir şehir. Ailem ve ben şanslıyız, çünkü evimiz hâlâ ayakta. Yine de iki yıl boyunca evde tutsak hayatı yaşadık. Dışarıda gösteriler, çatışmalar, bombalı eylemler ve keskin nişancılar vardı. Eşim ve ben eski şehrin meydanında bir mimarlık atölyesi işletiyorduk. Eski şehrin çoğu gibi o da yerle bir oldu. Şehrin diğer mahallelerinin yarısı şu anda harabe. 2015’in sonlarında yapılan ateşkesten bu yana, Humus’un büyük bir kesimi aşağı yukarı sakin. Ekonomi tamamen çökmüş vaziyette ve insanlar hâlâ mücadele ediyor. Eskiden eski şehirde dükkânı olan tüccarlar şimdi içeride değil, sokaklarda ticaret yapıyorlar. Apartmanımızın altında bir marangoz, tatlıcılar, bir kasap, bir matbaa, bir fabrika ve daha niceleri var. Yarı zamanlı olarak öğretmenliğe başladım ve aynı anda birçok iş yapan eşimle beraber küçük bir kitabevi açtık. Diğer insanlar da geçinebilmek için çeşitli işler yapıyorlar.

homs-0

The Independent: Humus

Harap olmuş şehrime baktığımda ister istemez kendime soruyorum: Bu anlamsız savaşa yol açan şey neydi? Suriye büyük ölçüde bir hoşgörü ülkesi, tarihsel açıdan da çeşitliliğe alışık ve pek çok inanca, millete, geleneğe, eşyaya ve yiyeceğe ev sahipliği yapan bir yerdi. Benim ülkem — halkların uyumlu bir biçimde birlikte yaşadığı ve fikir ayrılıklarını rahatlıkla ele alabilen bir ülke — nasıl iç savaşa, şiddete, göçe ve eşi benzeri görülmemiş bir mezhep nefretine dönüştü? Bu savaşa sebep olan birçok faktör vardı: Sosyal, siyasal ve iktisadi. Hepsinin de payı var. Ama şuna inanıyorum ki gözden kaçırılan ve incelenmesi gereken, savaşın tekrar gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine emin olmamıza fazlasıyla bağlı olan temel bir sebep var. Bu sebep, mimari.

Benim ülkemde mimari, savaşan taraflar arasında bir anlaşmazlık yaratmada, yönetmede ve büyütmede önemli bir role sahip, bu diğer ülkeler için de geçerli olabilir. Bir yerin mimarisiyle orada yaşayan topluluğun karakteri arasında mutlak bir uyum vardır. Mimari bir topluluğun dağılmasında da birleşmesinde de söz sahibidir. Suriye halkı birbirinden farklı geleneklerin birlikteliği ile yaşamını uzun zamandır sürdürmekte. Suriyeliler açık ticaretin ve sürdürülebilir toplum politikasının getirdiği zenginliği de yaşadı. Bir yere ait olmanın tadını çıkardılar ve bu da çevre yapılanmasına, camilere, arka arkaya inşa edilen kiliselere, iç içe geçmiş pazar yerlerine, halka açık alanlara insanlığın ve uyumun ilkelerine dayalı ölçülere yansıtıldı.

Bu karışımın mimarisi hâlâ kalıntılar sayesinde gözlenebilir. Suriye’deki eski İslam şehri, kendisiyle bütünleşen ve o ruhu kucaklayan çok katmanlı bir geçmiş üzerine kurulmuştu Halk da öyleydi. İnsanlar kendilerine aidiyet duygusu veren ve evlerindeymiş gibi hissettiren bir yerde hep beraber yaşadılar ve çalıştılar. Takdire değer, müşterek bir hayatı paylaştılar.

Ama son yüzyılda buralara ait bu hassas denge, Fransızlar çağ dışı olarak gördükleri Suriye şehirlerini dönüştürmeye koyulduklarında, sömürge döneminin şehir planlayıcıları tarafından yavaş yavaş bozuldu. Şehrin sokaklarını tahrip ettiler ve anıtları değiştirdiler. Tüm bunlara yenilik dediler ama bunlar, uzun ve yavaş bir yıkım sürecinin başlangıcıydı. Şehirlerimizin geleneksel kentleşmesi ve mimarisi ayrılarak değil, iç içe geçerek birliği ve aidiyeti sağlamlaştırdı. Fakat zaman içinde, eski şehir değerini kaybetti ve yenisi öne çıktı. Mamur çevreyle sosyal çevrenin ahengi, çağdaşlık unsurları tarafından ayaklar altına alındı: Vahşi, tamamlanmamış beton bloklar, ihmal, estetik bozukluk, toplumu sınıflara, mezhebe ya da zenginliğe göre ayıran bir şehircilik.

Xq4Q1PO1

The New Yorker: İran’ın çölün ortasına diktiği beton bloklar (Bu yazı için temsili)

Ve tüm bunlar toplumda da meydana geliyordu. Yapılı çevrenin de düzenlenmesiyle, halkın yaşam şekli ve aidiyet duygusu da değişmeye başladı. Mimari birliğin ve aidiyetin simgesiyken bir ayrımcılık yöntemine dönüştü ve halklar önceden onları bir arada tutan yapıdan ve ortak varlıklarını temsil eden yerin ruhundan giderek uzaklaşmaya başladılar.

Suriye’deki savaşa yol açan pek çok sebep varken, insanlık dışı mimarinin de asimilasyona, öz saygı ve kentsel bölge kavramlarının yok olmasına katkı sağlayarak mezhep ayrımını ve düşmanlığı besleme şeklini azımsamamalıyız. Zamanla o ahenk hâlindeki şehir, bir çember boyunca uzanan azınlık mahalleleriyle bir şehir merkezine dönüştü ve buna bağlı olarak da, uyumlu toplumlar birbirine ve çevreye yabancılaşarak ayrık sosyal gruplar hâline geldi. Benim bakış açıma göre, bir yere dair aidiyet duygusunu kaybetmek ve bu hissi başkalarıyla paylaşamamak o bölgenin tahribatını kolaylaştırıyor.

Bunun en iyi örneği, savaştan önce nüfusun %40’ından fazlasına ev sahipliği yapan kaçak yapılanma planları. Evet, savaştan önce Suriye nüfusunun neredeyse yarısı gecekondu mahallelerinde ve düzgün bir altyapısı olmayan, genelde dinlerine, zümrelerine, kökenlerine ya da tamamına bağlı olarak aynı kesimden insanları barındıran, sayısız sırada tek bloklardan oluşan sınır bölgelerinde yaşıyordu.

Bu gettolaşan şehircilik savaşın somut bir habercisi olarak ortaya çıktı. Uyuşmazlıksa “diğerlerinin” yaşadığı, önceden belirlenmiş alanlar arasında çok daha sorunsuz. Şehri önceden bir arada tutan, toplumsalsa kaynaşık binalar aracılığıyla, iktisadiyse pazarlardaki ticaret aracılığıyla ya da dini ise bir arada yaşamakla sağlanan bağlar, yanlış yönlendirilmiş ve vizyonsuzca gerçekleştirilmiş kentleşmeyle beraber yok oldu.

Müsaadenizle bir parantez açıyorum. İngiliz şehirlerindeki etnik mahallelerin ya da Paris’in, Brüksel’in de aralarında bulunduğu, dünyanın diğer kesimlerindeki heterojen şehircilik hakkında bir şeyler okuduğumda, Suriye’de feci bir şekilde şahit olduğumuz bir çeşit istikrarsızlığın başlangıcını görüyorum.

Humus, Halep, Dera ve daha pek çok ağır tahribata uğramış şehirlerimiz var ve şu anda ülke nüfusunun neredeyse yarısı göç etmiş durumda.

Umuyorum ki savaş sona erecek, benim bir mimar olarak sormam gereken soruysa şu: Nasıl yeniden inşa edeceğiz? Aynı hataları tekrarlamamak adına hangi ilkeleri benimsemeliyiz? Bana göre, odak noktası insanların kendilerini oraya ait hissedeceği mekânlar yaratmak olmalı. Mimarinin ve planlamanın birlik ve barış koşullarını yaratan, gösterişi değil ulaşılabilirliği ve kolaylığı sergileyen estetik unsurlarla cömertliğe ve inanca teşvik eden ahlaki unsurları barındıran, sadece seçkin tabakaya değil tüm insanlığa hitap eden, yani tıpkı eski İslam şehrinde de olduğu gibi bir toplum olma algısını güçlendiren karma yapılardan oluşan bazı geleneksek değerleri yeniden işlemesi gerekiyor.

Burada Humus’ta, tamamen imha edilmiş Baba Amr adında bir mahalle var. Hemen hemen 2 yıl önce burayı yeniden inşa etmek adına bu tasarıyı Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Programı’nın yarışmasına sundum. Tasarım ise organik olarak büyüyebilen ve yayılabilen bir ağaçtan esinlenilen, eski sokakları birbirine bağlayan klasik köprüleri anımsatan ve apartmanları, özel avluları, dükkânları, iş yerlerini, otoparkları ve eğlence alanlarını, ağaçları ve taralı alanları kapsayan kentsel bir yapı yaratmaktı. Mükemmeliyetten uzak olduğu ortada. Bu planı elektriklerin geldiği birkaç saat içinde çizmiştim. Ayrıca mimari vasıtasıyla aidiyeti ve toplumu ifade etmenin daha pek çok yolu var. Ama bir de Baba Amr’ın restorasyonu için resmi proje olarak sunulan bağımsız ve dağınık binalara bakın.

Mimari, etrafında insan hayatı dönen bir eksen değildir fakat beşeri faaliyetlere fikir verebilen ve hatta onu yönlendirebilen güce sahiptir. Bu açıdan yerleşim, özdeşlik ve toplumsal bütünleşme etkili şehirciliğin hem üreticisi hem de ürünüdür. Eski İslam şehrinin ve birçok eski Avrupa şehrinin tutarlı şehirciliği birleşmeyi desteklerken, sıra sıra ruhsuz konutlar ve yüksek binalar lüks olsalar da, aslında yalnızlığı ve “ötekileşme”yi teşvik etmeye meyilli. Gölgelik alanlar, meyve ağaçları ya da şehir içindeki bir çeşme gibi en basit şeyler dahi insanların bir yere bakış açısını değiştirebilir ve o yeri verimli bir alan olarak görüp korunmasına ve oraya katkıda bulunulmasına önem vermelerini ya da nefret tohumlarıyla dolu olan yabancı bir mekân olarak görmelerini etkileyebilir. Bir yerin bize bir şeyler bahşetmesi için, o yerin mimarisi de bahşedici olmalıdır.

timthumb

Hong Kong’daki binalar ( Bu yazı için temsili )

Yapılı çevremiz önem taşır. Şehrimizin yapısı, ruhumuza yansır. İster gayri resmi beton gecekondular ister bozulmuş sosyal konut sistemi, ister yıkılmış eski kentler, ister gökdelen ormanları olsun; tüm Orta Doğu’da görülen çağdaş kent mimarisi toplumumuzun birbirine yabancılaşmasının ve dağılmasının bir sebebidir.

Bundan ders çıkarabiliriz. Nasıl başka yollarla restore edeceğimizi, nasıl insan yaşamına sadece pratik ve ekonomik açıdan katkıda bulunmayan, aynı zamanda insanların sosyal, manevi ve psikolojik ihtiyaçlarını da karşılayan bir mimari oluşturabileceğimizi öğrenebiliriz. Bahsettiğim bu ihtiyaçlar, savaştan önceki Suriye şehirlerinde göz ardı edilmişti. Yeniden orada ikamet eden halklar tarafından paylaşılan şehirler inşa etmemiz gerek. Eğer bunu gerçekleştirirsek, insanlar da kimlik arayışına girme ihtiyacı hissetmeyecek, çünkü hepsi kendilerini yurdunda bilecek.

Dinlediğiniz için teşekkürler.

Sanırım mimarinin insan üzerine, ekonomi üzerine, devletler üzerine ne kadar etkili olduğu bu yazı da biraz daha iyi anlaşılmıştır. Tabii ki buradaki görüşlere katılmayabilirsiniz ve elbette tek neden de bu değil. Hemen üstte bu yazı için Hong Kong’dan bir temsili fotoğraf ekledim. Eğer siz de aratırsanız Hong Kong’ta böylesine yüzlerce bina olduğunu görebilirsiniz. Şu an Çin uygulamalarından dolayı Hong Kong’ta aylardır devam eden bir protesto gösterileri devam ediyor. Yorumlama doğru olmayabilir ama Hong Kong’taki isyanlarda da böylesine beton binalarda yaşayan insanların psikolojik durumları da etkili olduğunu düşünüyorum.

Ve biraz da dikkat ederseniz burada söz konusu şey sadece mimari değil. Ofislerde insanların kendilerince tasarladığı konutlar, masa başında hazırlanan raporlar, plazalarda yazılan ekonomik reformlar, meclislerde çıkarılan yasalar insanların ihtiyaçlarını, toplumların yapısını anlayıp bilmeden yukarıdan dikte ile yapılmaya çalışılan her şey eninde sonunda bir itirazla, bir karşı çıkmayla netileceleniyor. Toplumların tarihsel yapısına baktığınızda bunu siz de görebilirsiniz.

Bence Türkiye’de mimari ekonomiyi etkiliyor ve ilerleyen dönemlerde bunun etkisini daha da hissedebiliriz. Sağında-solunda, önünde-arkasında sadece beton apartmanların olduğu bir apartmanda yaşayan, canı sıkılıp bir hava almak için sokağa çıktığında kaldırımlara park etmiş arabaların yüzünden yürüyemeyen, insanın psikolojik yapısı ekonomiyi de etkileyecektir. İnsan hayal eden, umutlanan ve mutlu olmak isteyen mutlu olduğunda da daha verimli olan varlıktır. Güzel gördüğünde güzel düşünendir. O yüzden hep güzel şeyler yapmalıyız, mimaride de…

 

Kaynak

Röportaj, https://www.ted.com/talks/marwa_al_sabouni_how_syria_s_architecture_laid_the_foundation_for_brutal_war

The New Yorker, https://www.newyorker.com/magazine/2019/10/21/ghost-towers?utm_social-type=owned&utm_source=twitter&utm_medium=social&mbid=social_twitter&utm_brand=tny

ŞEHİR VE EKONOMİ

İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın!” bu söz Şeyh Edebali’nin Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’ye olan nasihatinden bir cümle. Gerçekten de eğer insanı iyi-güzel yaşatırsanız, devletinizde güçlü olur ve yaşamaya devam eder.

Peki devletin yaşamaya devam etmesi için insanlar nasıl iyi-güzel yaşatılır? Bu yazıda kısaca bir şehrin mimarisinin-yapısının orada yaşayan insanlar üzerindeki sosyolojik-psikolojik ve ekonomik olarak etkileri ne olur, insanların daha iyi yaşatılabilmesi için neler yapılabilirin kısaca üzerinde durulacaktır.

 

GİRİŞ

Biz binaları biçimlendiriyoruz sonra onlarda bizi biçimlendiriyor.” Bu söz, II. Dünya Savaşı’nda bombalanan parlamentonun tamiri konusunda konuşan Winston Churchill’e ait.

Bugün binaların ve şehirlerin yapıları ve mimarisi genel sağlığımızı ve ruh halimizi etkilediğini, beynimizin yaşadığımız yerin geometrik ve alan düzenlemelerine uyum sağladığını biliyoruz.

Yani insanın psikolojisini yaşadığı şehrin-kampüsün-mahallenin mimarisi yapısı etkiliyor. Örneğin, mimarisi güzel olan bir üniversite kampüsü (Örneğin: Boğaziçi Üniversitesi) oradaki insanların oraya olan bağlılığını artırıyor. Ya da mimarisi kötü olan ve köhne-kantinden bozma-bodrum katlarındaki sınıflarda verilen eğitimde ise bağlılık azalıyor bunun sonucu ise eğitim kalitesinin düşmesine sebep oluyor.

Waterloo Üniversitesi’nde tasarımın psikolojik etkileri üzerine araştırma yapan Colin Ellard’a göre bina cephesi ilginç ve güzelse insanların psikolojileri olumlu etkilenirken basit ve monoton binalar ise olumsuz etkiliyor.

Ayrıca şehirde park ve yeşil alan veya yakın bir yerde ormanlık olması şehrin stresini atmada önemli rol oynuyor. Buna en iyi örnek, New York’ta şehrin tam ortasında devasa bir şekilde yapılan Central Park’tır. Benimde en sevdiğim oyunlardan olan Go’da şu vardır: bir taşın etrafındaki nefes noktalarını kapatırsanız o taş ölür. Yine bana göre şehirlerin nefes noktaları vardır. İnsanların dinlendiği-huzur bulduğu. Bunlar genellikle yeşil alanlardır. Eğer siz bu yeşil alanları kapatırsanız-nefes noktalarını keserseniz şehir ölür. Yağan yağmur toprakta emilmez ve altyapınızda iyi olmazsa felaketler yaşanır.

Ayrıca şehirde insanların kendisini kötü hissetmesine neden olacak şeylerden biri yön belirlemesini zorlaştıran ve sürekli bir kaybolmuşluk hissi tasarımlardır. Bir yere ait olma duygusunu hissetmek için orada yön duygusunu hissetmeniz gerekir. Bir yere ait olma hissini, Esenler Belediye Başkanı M. Tevfik Göksu şöyle açıklıyor: “İnsan mekânı, mekânda insanı değiştirir. İnsan yaşadığı şehirde öncelikle ekonomik ihtiyaçlarını karşılayabilirse kendini o şehre ait hisseder. Şehri; yoksulluk, istihdam ve güvenlik açısından yönetilebilir hale getirmek gerekir.” şeklinde açıklıyor ve arkasına ekleme yapıyor: “Kentsel dönüşümleri yaparken çok dikkatli olmalıyız.”

Benim burada önerim, kentsel dönüşümlerde sadece mimarlar-mühendisler değil psikologlar, iktisatçılar, sosyologlar, arkeologlarda görev almalı, hatta komisyon kurulmalı.

Çünkü şehrin mimarisi ekonomiyi, güvenliği ve birçok şeyi etkiliyor. Örneğin; gecekondu mahallelerinde hırsızlık-uyuşturucu kaçakçılığı olduğunda suçlular mahallenin karmaşık yapısından dolayı kolayca polisten kurtulabiliyor. Çoğu zaman haberlerde izlemişsinizdir. Lakin düzgün planlamış bir mahallede bunun olmasının imkânı azaltılmış olur. Peki bunun ekonomiyle ne alakası var? Uyuşturucu kaçakçılığı, kayıt-dışı ekonomiye, kara paraya ve bir ülkenin en önemli sermayesi yani insanı zehirlemesine sebep olur. Sağlıksız toplumların iktisadi yapısı da sağlıksız olur. Yani bir şehrin planlaması güvenliğinden tutunda, ekonomisine kadar birçok şeyi etkiliyor.

Sıralama Şehir Ülke Kişi Başına Düşen Ortalama Gelir Kamusal Yeşil Alan Yüzdesi
1 Melbourne Avustralya 52.470$ %9
2 Viyana Avusturya 30.562$ %45,5
3 Vancouver Kanada %20
4 Toronto Kanada 32.566$ %12,7
5 Calgary Kanada
6 Adalaide Avustralya %20
7 Perth Avustralya
8 Auckland Yeni Zelanda
9 Helsinki Finlandiya
10 Hamburg Almanya

Yukarıda, The Economist’in sağlık, eğitim, istikrar, altyapı, suç oranları, sosyal kalkınma ve çevre gibi faktörle ölçtüğü 2016 dünyanın en yaşanılabilir şehirleri ve World Cities Culture Forum’un o şehirlere ait kişi başına düşen ortalama gelir ve kamusal yeşil alan yüzdesi var.

Görüldüğü üzere en yaşanılabilir şehirler hem ekonomik olarak hem yeşil alan olarak hem de diğer alanlarda gelişmiş olan şehirler. (Ceteris Paribus varsayımı)

Son olarak insanı yaşatmalıyız ki, insanlık yaşasın devlet yaşasın. İnsanların psikolojileri ve sağlıkları iyi olursa iktisadi yapıları da sağlıklı olur. İktisadi yapıları daha iyi olursa refah, huzur ve güven olur. Bunun için şehirleri-kampüsleri-mahalleri yaparken sadece insanı değil bütün canlıları düşünerek yapmalıyız.

 

KAYNAKÇA

Raporlar: The world’s most liveable cities (2016), The Economist

Gazeteler: Turque Diplomatique (Temmuz,2017)

İnternet Siteleri: World Cities Cultere Forum, www.worldcitiescultureforum.com

Haberler, www.haberler.com/yasanabilir-sehir-ekonomisi-iyi-sehirdir-8456048-haberi