Türkiye’nin Otomobilleri

1) 2020 yılı için Türkiye’de ikinci el piyasasında satılan otomobillere giffen maldır diyebilir miyiz?

İktisat bölümlerinin giriş yıllarında öğretilen ilk konulardan bir tanesi, talep kanunudur. Bu kanun bize bir malın fiyatı arttığında o mala olan talep miktarının düşeceğini söyler ki bu mallara normal mal deriz. Ancak bir de öyle bir mal ki her ne kadar literatürde varlığı ve örneği tartışmalı da olsa talep kanununa ters olan yani fiyat arttıkça talep edilen miktarın arttığı giffen mal örneği vardır. Derslerde genellikle tek örneği anlatılır. İrlanda’da 1845 yılında patates üretiminin azalması sonucu patates fiyatları artmış ancak patatese olan talep de artmıştır. Gerekçe olarak patatesin besleyiciliğinin yüksek olması ve insanların o yıllarda çok az beslenme seçeneklerin olması olarak gösterilmiştir.

Benzer bir durumun 2020 yılı için Türkiye’de ikinci el piyasasında satılan otomobiller için de geçerli olduğunu düşünüyorum. 2020 yılı ekstrem bir yıldı ve gerek Covid-19 krizi gerek yeni otomobil üretimi için dünya genelinde oluşan çip krizi nedeniyle ikinci el piyasasındaki araçlara olan ilgiyi artırdı. Indicata’nın Türkiye Otomotiv Sektörü 2.El Online Pazar Trend Raporu (Ocak-Aralık 2020) göz önüne alındığında ikinci el piyasası araç satışı 2020 yılında 2019 yılında göre %16 artmıştır. Diğer taraftan, 2020 yılında 2019 yılına göre ikinci el araçların fiyatları da ortalamada %52,6 artmıştır. Kısaca hem fiyatlar artmış hem de talep artmıştır. Bu durumdan dolayı 2020 yılında ikinci el piyasasındaki satılan araçlar için giffen mal özelliği göstermiştir diyebiliriz. Ancak bunun çok ekstrem bir durum olduğunu vurgulamakta fayda var. Örneğin, 2021 yılı raporunda belirtildiği üzere otomobil fiyatları artmış ancak talep düşmüştür

2) Türkiye’de renklerine göre otomobil satışlarında iklimin belirleyici bir faktörü var mı?

Zaman zaman bazı şeyleri çok merak ederim, bu merak duygusu hoşuma da gider. Ama bunların bazıları çok zaman alıcı olabiliyor ve o merak ettiğim şeyin cevabını bulamadan pek rahat edemiyorum, geceleri uyurken bile aklıma gelebiliyor. Özellikle beni heyecanlandıran bir konu ise…

Türkiye’de renklerine göre otomobil satışlarında iklimin belirleyici bir rolü var mıdır sorusu da bunlardan birisiydi. Düşündüğüm şey şuydu, özellikle sıcağın ve nemin çok olduğu Antalya-Muğla-İzmir başta olmak üzere kıyı kesimlerinde ve sıcaklık farkının yüksek olduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da beyaz renkli otomobil satışlarının diğer renklere göre daha çok olacağını düşünmemdi. Hatta güneyden kuzeye gidildikçe azalacağını düşünüyordum. Peki sonuç düşündüğüm gibi mi çıktı? Verilere bakarak şimdi sonuçlara bakalım.

Bunun için iki veri önem kazanıyor, biri siyah araçların o ildeki tüm araçlar içindeki payı ve ikincisi daha az deforme olan beyaz ve gri araçların o ildeki tüm araçları içindeki payı. Şimdi iki veriyi karşılaştıralım. İlk olarak siyah renkli araçların o ildeki tüm araçlar içindeki payına bakalım.

Kaynak: TÜİK, Yazarın kendi hesaplamaları

Buna göre siyah otomobillerin en düşük olduğu iller Van, Kırşehir, Kars, Adıyaman, Bayburt ve Çanakkaledir. Antalya, Muğla, Aydın, Çanakkale ve Balıkesir -İzmir hariç-  hattı da siyah renkli araçların daha az yoğun kullanıldığı yerler arasında yer almaktadır. Dikkat edilirse şehirler ya kıyı kesimlerde nemin ve sıcaklığın yoğun olduğu yerler ya da sıcak-soğuk farklarının yüksek olduğu yerler. Ancak ben Mersin, Adana ve Hatay’ın da düşük çıkmasını beklerdim. Siyah araçların en fazla olduğu illerse Ankara, İstanbul, Düzce ve Gaziantep’tir. Ankara’da yüksek olmasının en önemli sebebinin başkent olmasından kaynakladığını düşünüyorum. Ancak Gaziantep’e şaşırdım çünkü orada da sıcak-soğuk farkı yüksek ve siyah renk bozulmaya daha müsait. Açıkçası burada da aşiret etkisinin olduğunu düşünüyorum. Çünkü sosyal medyada da çok espirisi dönen “Aşiret Paket” olarak aslındırılan siyat Passat’lar başta olmak üzere, aşiretler daha çok siyah araba tercih ediyor.

Şimdi diğer renklere göre daha az deforme olan beyaz ve gri araçlara bakalım.

Kaynak: TÜİK, Yazarın Kendi Hesaplamaları

Yorumlamaya geçmeden önce kısa bir bilgi vermek gerekirse burada formül beyaz ve gri araçların toplamı o ildeki tüm araçlara bölündü. Diğer renkler içinde siyah, mavi kırmızı gibi renkler var. En fazla beyaz ve gri otomobiller Adıyaman, Şanlıurfa, Bitlis, Batman ve Bingöl’dür. Bu şehirler sıcak-soğuk farklarının yüksek olduğu illerdir ve beyaz-gri araçlar diğer renkteki araçlara göre daha az deforme olurlar. Antalya, Mersin, Hatay ve Adana’da da beyaz ve gri araç yoğunluğu bulunmakla birlikte ben bu oranın daha yüksek olmasını beklerdim.

Sonuç olarak araç renklerine göre satışlarda iklimin rolü olmakla birlikte bu belirgin bir şekilde değil kısmi bir şekilde olduğu söylenebilir. Çok belirgin olmayışının sebebi araç üreticilerinin hali hazırda yoğun olarak zaten beyaz ve gri araç üretmesi ve farklı renk araçların daha yüksek fiyatlara satılması olabilir.

Ancak son olarak, Türkiye’nin otoyolları renkleniyor diyebiliriz. Beyaz ve gri araç oranı hala yüksek olsa da son yıllarda azalmakta ve diğer renkteki (kırmızı, mavi, turuncu ve mor gibi) araçların oranı artmaktadır. Diğer renkteki araçların başında ise mavi, kırmızı, siyah ve turuncu gelmekte.

Kaynak: TÜİK, Yazarın Kendi Hesaplamaları

KAYNAKÇA

Indicata – Otomotiv Distribütörleri Derneği, Türkiye Otomotiv Sektörü 2.El Online Pazar Trend Raporu (Ocak-Aralık 2020). https://www.odd.org.tr/web_2837_1/neuralnetwork.aspx?type=90

Tüik, Motorlu Taşıt İstatistikleri, https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Motorlu-Kara-Tasitlari-Aralik-2020-37410#:~:text=T%C3%BCrkiye’de%202020%20y%C4%B1l%C4%B1nda%20bir,bin%20577%20adet%20art%C4%B1%C5%9F%20ger%C3%A7ekle%C5%9Fti.

Not: Motorlu Taşıt İstatistiklerinde aradığım detaylı veriler bulunamaması sebebiyle ilgili istatistikler TÜİK’ten “Bilgi Edinme” yoluyla alınmıştır.

Türkiye Kart Efsanesi

Türkiye Kart, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı nezdinde PTT Genel Müdürlüğü önderliğinde tüm Türkiye’deki belediye ulaşım araçlarından sadece tek bir kart ile faydanılması için geliştirilen bir projeydi. Başlıkta da efsane denilmesinin sebebi aslında ilk kez kamuoyuna 12 Aralık 2017’de duyurulmasıydı. Çünkü projenin 2018’de hayata geçmesi bekleniyordu.


Açıkçası 2018’den sonra belli başlı birkaç yerde proje dile getirilse de uzun süredir hiç konuşulmadı, ben de projeyi takip ettiğimden dolayı büyük ihtimal iptal olduğunu düşünmüştüm. Ta ki geçtiğimiz günlerde 12. Ulaştırma ve Haberleşme Şurası’nda PTT Genel Müdürü Hakan Gülten’in açıklamalarına kadar. Genel müdürün açıklamasına göre tek bir kartla Türkiye’deki tüm belediye ulaşım araçlarından faydalanacak (örneğin; İstanbul’da aldığınız bir kart Konya’da da geçecek.) hatta müze, milli parklar ve elektrikli scooterlarda da kullanılabilecek. Ayrıca genel müdür, şu anda pilot testlerin yapıldığı, birçok belediye ile anlaşma sağlandığını ve çok yakın bir sürede kullanıma açılağını ifade ediyor.

Ben bunun çok güzel bir fikir olduğunu ve birçok faydasının olacağını düşünüyorum. Hatta bu tarz konular konuşulmazken 5 Aralık 2017’de yine bu blogta “Nakitsiz Ekonomide Belediyelere Düşen Görev” başlıklı yazımda (bağlantıya tıklayarak ulaşabilirsiniz.) tek bir kartla tüm Türkiye’de belediyelerin ulaşım araçlarından faydanılması gerektiğini yazmıştım. Burada kart derken açıkçası ben bunun yeni çıkmaya başlayan çipli kimlik kartlarının olması gerektiğini ifade etmiştim. Hali hazırda yeni bir kart çıkarmak yerine çipli kimlik kartları ulaşımda kullanılabilirdi. Aslında bu düşüncem nakitsiz ekonomiye dayalı bir düşünceydi. Kâğıt ve madeni paradan kurtulalım derken bu seferde yemek kartları, çeşitli bankaların kartlarına boğuyoruz cüzdanlarımızı Halbuki tek bir kart ile tüm işlemlerimizi yapabiliriz.

Bu projeyi ben çok beğensem de ve hayata geçerse (ki daha önceki açıklamalara rağmen geçmemişti) bana göre avantajları ve dezavantajları var. Avantajları,

  • Vatandaşlar her gittiği şehirde yeni bir kart çıkarmak ve çeşitli maliyetlere katlanmak zorunda kalmayacaklar (zaman ve kart ücret maliyetini ödemek) ve belediyeler ise kart basma maliyetlerine katlanmayacaklar.
  • PTT eğer yaparsa öğrenciler ve yaşlılar belediyelere giderek indirimli kart çıkarmak zorunda kalmayacaklar, bunları öğrenciler için MEB ve YÖK veri tabanlarından çekebilirler.
  • Belki iç turizme faydası olabilir, tek bir kartla ulaşım sağlanacağı için gezmek daha kolay hale gelecek. Bu kartın aynı zamanda bir banka kart özelliği de olacağı için gezerken para taşımak zorunda kalınmayacak. Bu da hırsızlık ve para kaybetme gibi sorunlardan kurtulmayı getirecektir.

Şimdi de (olası) dezavantajları,

  • Bu proje, PTT öncülüğündeki Türk Telekom, Turkcell, Denizbank, Vakıf Katılım Bankası ve İBB’nin Belbim Şirket’i olmak üzere bir konsorsiyum tarafından geliştirildi. Sonuçta bir ulaşım kartı olarak tasarlansa da aynı zamanda bir banka kartı özelliği de var ve tek bir kartla tüm işlemlerinizi yapabileceksiniz. Burada büyük bir veri potansiyeli var. Bu veriler yukarıdaki devlet kurumları harici özel şirketlere verilecek mi yoksa sadece bir altyapı desteği mi sunacaklar bu henüz belli değil. Bu hem kişisel verilerin özel şirketlerin elinde olması sorununu hem de diğer özel şirketler karşısında rekabet üstünlüğü getirebileceği için sıkıntı oluşturabilir. Bunu PTT veya bakanlık bir iletişim kurarak verilerin sadece bakanlıkta veya PTT’de tutulacağını garanti etmeli.

Kaynaklar

Hürriyet Gazetesi, 12 Aralık 2017, https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/tek-bir-kartla-turkiye-ulasimda-cok-onemli-adim-40676145

Hürriyet Gazetesi, 26 Ocak 2018, https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/temmuzda-tek-kart-40721994

Hürriyet Gazetesi, Türkiye Kart Konsorsiyum, https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/lansman-tamam-sira-anlasmalarda-40723072

Nakitsiz Ekonomide Belediyelere Düşen Görev, https://berkkayabali.wordpress.com/2017/12/05/nakitsiz-ekonomide-belediyelere-dusen-gorev/

Habertürk, PTT Genel Müdürü’nün açıklamaları, https://www.haberturk.com/turkiye-genelinde-tek-ulasim-karti-kullanilacak-3217049-ekonomi

Kayıt dışı ekonomiyle mücadele

Kayıt dışı ekonominin varlığı ekonomiler için küçük bazı faydaları olsa da genel anlamda büyük bir problemdir. Peki bu sorunun üstesinden nasıl gelebiliriz? Bu sorunun cevabına geçmeden önce kayıt dışı ekonominin tanımına bakmakta fayda var.

Kayıt dışı ekonomi, gelir getirecek bir şekilde mal ve hizmet üretiminin, geleneksel ölçüm yöntemleri ile tespit edilemeyen, dolayısıyla kayıt altına alınıp denetlenemeyen, gelir kazancı yarattığı halde vergilendirilemeyen her türlü faaliyet olarak tanımlanmaktadır. Tanımdan da anlaşılacağı üzere kayıt dışı ekonomi çok geniş bir kavramdır. Sokaktaki işporta satıcısından, firmaların kaçırdığı vergilere, ek mesai yapmasına rağmen karşılığını alamayan bankacılara dek her alanda karşımıza çıkan bir olgudur.

Üsteki sorumuzu tekrarlayalım. Peki kayıt dışı ekonomiyle nasıl mücadele ederiz? Ne yapabiliriz de bunu düşürebiliriz? Cevap biraz ironik olacak ama kayıt dışı ekonomiyle mücadele kayıt dışı ekonomiyi kayıt altına alarak. Peki nasıl kayıt altına alacağız? Ülkelerin aldıkları çeşitli önlemler elbette var denetimler, e-faturalar, e-defterler, e-irsaliyeler gibi.. Ancak yine de bunların etkisi sınırlı olabiliyor. Burada benim önerim kayıt dışı ekonomiye neden olan unsurların başında gelen kağıt ve madeni paranın yerini banka ve kredi kartının almasıdır. Çünkü işletmeler yaptıkları satışları bazen belgelemeyebiliyorlar ki kazançlarını artırsınlar diye. Ancak işlemleri kağıt ve madeni para ile değil de kredi kartı ve banka kartı ile yaparsak bu yapılan işlemler bankacılık aracılığıyla zorunlu olarak kayıt altına alınmış olacaktır. Yani çalışanlara elden maaş verilmesinin ve satılan şeylerin belgelendirilmemesinin önüne geçilmiş olacak. Peki bunun gerçekten de bir etkisi olabilir mi? Bu soruya da yanıtım aşağıdaki çalışmayla evet.

İngiltere, Yunanistan, Danimarka, Estonya, İrlanda, Litvanya, Macaristan, İsveç, Polonya, Belçika ve Lüksemburg ülkeleri için 2012-2017 yılları arasındaki verileri kullanarak kart harcamalarının kayıt dışı ekonomi üzerindeki etkisini inceledim. Burada kayıt dışı ekonomi (%Gsyih) değişkeni için Medina & Schneider (2020)’nin verilerini, nakitsiz ekonomi oranı için de Avrupa Merkez Bankası ve OECD’nın verilerini kullandım. Nakitsiz ekonomi oranı hanehalkının harcamalarının yüzde kaçını kartlarla (banka kartı ve kredi kartı) yaptığını göstermektedir. İlk üç ülke için örnek aşağıdaki tablodaki gibidir.


Örneğin, İngiltere’de 2017 yılında hanehalkı harcamalarının yüzde 71’ni kartlarla yapmakta kalanını da kağıt ve madeni para ile yapmaktadır ve kayıt dışı ekonomisi yüzde 9 gibi düşük bir seviyededir.

Peki kayıt dışı ekonomi ile nakitsiz ekonomi arasında bu ülkeler için nasıl bir ilişki var? Olaya diğer ülkelerin verilerini ekleyip grafik halinde çizdirdiğimizde aşağıdaki grafik oluşmaktadır.

Kaynak: Ecb, Oecd, Kendi hesaplamam


Y ekseninde kayıt dışı ekonomi (%Gsyih), X ekseninde ise nakitsiz ekonomi bulunmaktadır. Bu ülkeler için yapılan çalışmada, grafiği çizdirdiğimizde negatif yönlü bir ilişki olduğu görülmektedir. Yani hanehalkı harcamalarını kağıt ve madeni para ile değil de kartlarla yaptığında kayıt dışı ekonomi düşmektedir. Korelasyon ise 0,79 olarak bulunmuştur.

Aşağıdaki grafikte görüldüğü üzere Türkiye Avrupa’da en yüksek ikinci kayıt dışı ekonomi (%Gsyih) oranına sahip olduğu için harcamaları kredi kartı ve banka kartına teşvik etmek kayıt dışı ekonomiyi azaltmada önemli bir politika aracı olacaktır.

Kaynak: Medina & Schneider (2020)

Düzey Değer ve Değişim

Ekonominin özellikle teknik konularında yorum yapmak “ tightrope ” denilen ince bir ip üzerinde yürüme meselesi gibidir. Eğer çok ehil değilseniz hata yapma olasılığınız oldukça fazla olacaktır. Diğer taraftan veri için günümüzün madeni benzetmesi yapılıyor ki bence de gerçekten de öyle. Ama bunun hem avantajı hem de dezavantajı var.

Avantajı var çünkü eğer bu madeni iyi değerlendirirseniz size muazzam bir getirisi olacaktır. Dezavantajı var çünkü eğer iyi değerlendiremezseniz uğraştığınız onca çaba boşa gidecek ve siz zararınızla kalacaksınız.

Onun için verileri yorumlarken çok dikkatli olmak gerekir, çünkü veri size hiçbir şey söylemez. Veriyi kullanan, onu yorumlayan kişi söyler ve bu da o kişinin ehliyetine bağlıdır. Dolayısıyla veri güvenilir, doğru ve resmi bir kaynaktan olsa dahi çok farklı şekillerde yorumlanabilir. İstatistiklerin Kötüye Kullanılması yazımda bunları teker teker sıralayıp açıklamıştım. (gözlem değerinin düşürülmesi vs gibi.) Şimdi onlara bir yenisi daha eklendi: düzey değer ve değişim. Peki düzey değer ve değişim değeri nedir?

Düzey değeri vaka sayısı, miktar, parasal bir değer, metre, sıcaklık gibi birçok değer olabilir. Değişim ise bu değerlerin artışının veya azalışının yüzde cinsinden ifade edilmesidir. Peki bunlar arasındaki fark nasıldır, aşağıdaki tablo örneğiyle açıklayalım.

Düzey DeğerArtışToplamDeğişim
112100%
1011110%
201215%
501512%
10011011%

Yukarıdaki tabloda 1’den 100’e kadar çeşitli düzey değerleri verilmiş ve değerlerin hepsine aynı miktarda olmak üzere “1” eklenmiştir. Eklenen bu değer sonucu, toplam olarak diğer sütunda verilmiştir. Peki bu düzey değerlere aynı miktarda bir artış eklendiğinde değişim ne olmuştur? Değişim sütunu incelendiğinde görülecektir ki küçük değerlerdeki artışlarda değişim daha büyük görünmektedir. Örneğin 10’un 1 artması %10 luk artış getirirken, 100’ün 1 artması %1 artış getirecektir.

Konunun daha net anlaşılması için gerek İngilizce gerekse Türkçe haber sitelerinde gerekse de sosyal medyada çokça karşılaşılan paylaşımları çeşitli konularda kendimce örnekledim.

  • Örneğin, Ankara ve Çorum’daki Covid-19 vaka sayısını ele alalım. Ankara’da vaka sayısı 1000 iken Çorum’da vaka sayısı 10 olsun. Ertesi gün Ankara’da vaka sayısı 1100 olsun Çorum’da ise 12 olsun.

Peki bunun sonucunda değişim ne olmuştur. Vaka sayısı Ankara’da %10, Çorum’da ise %20 artmıştır. Bir an için düzey değer değil sadece yüzde değişim verildiğini düşünün. O zaman şunu düşünürsünüz Çorum’daki vaka artışı çok yüksek önceliğimiz Ankara değil Çorum olmalı dersiniz. Halbuki düzey değer de verilirse esas sorunun Ankara’daki vakalarda olduğu anlaşılacaktır.

  • Örneğin, New York’ta A ve B partisi olmak üzere iki parti ve 1000 kişilik bir seçmen olsun. 2015 yılında A partisi 900 oy B partisi 100 almış olsun. 2020 yılına geldiğimizde seçmen sayısının bir an değişmediğini varsayalım.

Bu sefer A partisi 870 oy alsın B partisi 130 oy alsın. Sonuç değişmedi kazanan her iki yılda da A partisi oldu. Ancak düzey değer bir an için verilmemiş olsun ve haberlerde “Flaş Flaş B partisi oylarını %30 artırdı” alt yazıları geçsin. Bu durumda insan bir an düşünür ki herhalde B partisi gümbür gümbür geliyor, 2025’te kesin iktidar. Ama düzey değere bakılırsa 2500’lerde anca iktidara geleceği görülür.

  • Örneğin, ABD geçen yıl sadece 10 ton soya fasulyesi ithal etmiş olsun. Bu miktar milyonlarca kişinin yaşadığı ABD’de hiçbir şey. Diyelim ki bu yılda ithalat 15 tona çıksın. Bu miktarda aslında çok fazla bir şey değil. Küçük bir kamyonet kadar.

Ancak bu, ABD’nin soya fasulyesi ithalatı son bir yılda %50 arttı diye verilirse göze bir an için çok büyük değerlerde ithalat yapılmış gibi gelebilir.

  • Son örnek olarak, Fransa ve Almanya’yı ele alalım. Almanya’nın Gsyih’sı 100 birim, Fransa’nın Gsyih’sı 10 birim olsun. Bir sonraki yıl Almanya’nın Gsyih’sı 105 olsun, Fransa’nın ise 11 olsun. Kısaca Almaya’nın büyümesi %5, Fransa’nın büyümesi %10.

Bu durumda Fransa, Almanya’yı büyüme oranında geçtik diye sevinebilir ama düzey değerde Fransa’nın bir fırın ekmek yemesi gerektiği görülür.

Kısacası aslında düzey değer ve değişim değerinin her birini yerine göre paylaşmak yanlış değil. Ancak her ikisini bir arada kullanmak daha doğru olacaktır.

Türkiye’de İlginç İktisadi Yasaklar

Ekonomi denildiğinde yazılar ve tartışmalar genelde enflasyon, işsizlik, gsyih, büyüme gibi makro ekonomik göstergeler üzerinden yürür. Ancak iktisat çok geniş bir alandır ve oldukça keyif verecek konular da vardır. Bu nedenle ben de bloğumda ilginç olduğunu düşündüğüm yazılar yazmaya gayret ederim. Türkiye’de ilginç iktisadi yasaklar başlıklı bu yazı da onlardan birisi oldu.

Acaba neden bu kararlar alınmış diye merak ettiğim iktisadi yasakların peşine düştüm. Kulağa ilginç gelecek bu iktisadi yasakların sebebinin de bazen dönemin gerektirdiği zorunluluklardan dolayı bazen de siyasetçilerin veya bürokratların yanlış seçimlerinden dolayı olduğunu gördüm.

Şimdi bu kararlara geçmeden önce çok kısa bir şekilde bu araştırmayı nasıl yürüttüğümden bahsedeyim. Öncelikle ilk kaynağım Resmî Gazete oldu. Burada arama bölümüne istediğiniz kelimeyi girdiğinizde o kelimenin içeriğinde olduğu tüm arşiv önünüze geliyor. İkinci kaynağım ise İstanbul Üniversitesi’nin kamuoyuna açtığı gazete arşivleri oldu. Bu önemliydi çünkü kanunlar, kararnameler veya yönetmeliklerdeki yasaklar en fazla bir paragraf oluyordu ve çoğu zaman bir gerekçe belirtilmiyordu. Gazetelerde ise bu kararlara ait yorumların olabileceğini düşünerek kaynağıma bunları da ekledim. Okuduğum yazılar ve kitaplar ise diğer kaynaklarımı oluşturuyordu.

Şimdi dilerseniz o kararlara geçelim.

  1. Eşek İhracatı Yasağı

27 Mayıs 1939’daki bir kararname ile Türkiye eşek ihracatını yasaklıyor.  Buradan anlıyoruz ki demek ki daha öncesinde eşek ihracatı yapılıyormuş. Konuyla ilgili daha detaylı bilgi edinmek için o dönemde çıkan Akşam Gazetesi’nin 27 Mayıs 1939 tarihli sayısına baktım ancak orada bir cümlelik haber şeklinde olduğunu gördüm. Herhangi bir yorum yoktu. (Ek-1)


Ancak Milli Müdafaa Vekilliği’ni isteri üzerine böyle bir karar alınmış olması yaklaşan İkinci Dünya Savaşı öncesi oluşabilecek herhangi bir tehlikeye karşı alınmış önlem gibi duruyor. Çünkü cepheye götürülecek malzeme ve ekipmanda bu hayvanların kullanılması durumu vardı.

Bu ihraç yasağı daha sonra 22 Mayıs 1946 yılında çıkarılan bir kararname ile kaldırılıyor. Bu yasağın kaldırılmasının akabinde Cumhuriyet Gazetesi, 24 Mayıs 1946 sayısında ünlü Amcabey tiplemesiyle eğlenceli bir karikatür yayınlanıyor.

Boşuna mahmuzlama Amca bey, koşamam, hiç neşem yok.
Hayrola, adanıza gene Salamon akını mı başladı?
Hayır, dünkü gazeteleri okumadın mı, devlet baba, eşek ihracı hakkındaki yasağı kaldırmış. Şimdi para canlısı sahiplerimiz bizi kim bilir hangi arpasız, yulafsız ülkelere satacaklar.
Üzülmekte haklısın ama anlaşılıyor ki devlet baba artık bu yurtta insan görmek istiyor! (Eşek şok)

  • Dergi Yasağı

23 Aralık 1963 tarihinde Türkiye şu an hala yayın hayatına devam eden Economie et Politique adlı derginin 95’inci sayısını yasaklıyor. Dergi Fransa’da Komünist İşçi Partisi menşeili ekonomi alanında faaliyet gösteren bir dergi. Fransızca bilmememe rağmen Google Translate aracılığıyla derginin 95’inci sayısını inceledim. Acaba Türkiye karşıtı bir yazı var ondan mı yasaklandı diye. Ancak herhangi bir şey bulamadım. (Ek-2)

Tahminimce o dönemde komünizm bir tehlike olarak görülmüş bu yüzden yasaklanmış olabilir ki Resmi Gazete’de o dönemlerde bir çok yayının kısıtlandığı görülüyor.

  • Klima Yasağı

Üç tarafı denizlerle çevrili, turizm potansiyeli oldukça yüksek ve bugün dahi önemli turizm geliri elde eden ülkemizde bir zamanlar (özellikle 1970’lerde) klimalı otobüs yasakmış. Bunu Fatih Vural’ın yazdığı Besim Tibuk Yarını Yaşayan Adam adlı kitabından anlıyoruz. Besim Tibuk’un anılarından bahsettiği bu kitapta rehberken Türkiye’de otobüslerde klima yasağı ile çok mücadele ettiğini anlatıyor.

Ülkeye turist gelecek, döviz kazandıracak ama yazın ortasında turistleri klimasız otobüslerde pişmeye zorlayacaksın diye bürokrasiye sitem eden Tibuk, turistlere bu yasağı anlatamadığını söylüyor. Ankara’ya toplantıya davet edildiğinde bürokratların falanca talimatname gereği yollar aşınıyor dediklerini, 200 kg’lik klimanın otobüslere takılmasına müsaade etmediklerini ve bu bürokrasinin ülkeye önemli zararlar verdiğini söylüyor. Bu yasağın ancak 1980’nde kaldırıldığını söylüyor.

Besim Tibuk’un anılarını anlattığı bu kitap benim çok hoşuma gitse de özellikle bu klima yasağı konusu araştırmak istedim. Çünkü kitaplarda yazan her şey doğru olmayabilirdi. Ancak Besim Tibuk’un iddiasının doğru olduğunu gördüm.

24 Mayıs 1980 tarihinde çıkan bir kararla otobüslerde klima (air condition) cihazı serbest bırakılıyor.

  • Çakmak Yasağı

Ülkemizde 1946 yılında çakmak kullanımı tamamen yasaklanıyor. Çok acayiptir ki bunun sebebi de iktisadi. 1946’da kibrit üretimi devlet tekeline alınıyor ve kibrit kullanımının hem teşvik edilmesi amacıyla hem de buradan gelir etmek amacıyla çakmak kullanımı yasaklanıyor.

Bu yasak, 1952’de kibrit üretiminin devlet tekelinden çıkarılmasıyla kaldırılıyor. Ancak kibrit öylesine seviliyor ki uzun yıllardır kullanılmaya devam ediyor. Hatta kibrit kutuları aşağıdaki fotoğraflardan görüleceği üzere birer sanat eserine ve bazen de siyasi politika malzemesine dönüşüyor. Örneğin DYP İzmir İl Başkanlığı’nın çıkardığı kibritlerde olduğu gibi: ANAP’a oy verip kendinizi yakmayın. 🙂 (İkinci fotoğraf). İnhisar kibritleri 1946’da çıkarılmaya başlayan kibritler. İnhisarın kelime anlamı tekel, monopol anlamına geliyor.

Kaynakça

Eşek İhracatının Yasaklanması, https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/4217.pdf

Eşek İhracat Yasağının Kaldırılması, https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/6313.pdf

Cumhuriyet Gazetesi Amca Bey karikatürü, http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/GAZETE/cumhuriyet//cumhuriyet_1946/cumhuriyet_1946_mayis_/cumhuriyet_1946_mayis_24_.pdf

Economie et Politique adlı derginin 95’inci sayısının yasaklanması, https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/11588.pdf

Otobüslerde klima yasağının kaldırılması, https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/16997.pdf

Çakmak Yasağı, https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-49854358

Kibrit Üretimin Devlet Tekelinden Çıkarılması, https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/8026.pdf

Kibrit Kutuları, https://www.trthaber.com/haber/yasam/40-yili-askin-suredir-kibrit-kutusu-biriktiriyor-377616.html

Yarını Yaşayan Adam Besim Tibuk, Net Yayınları, Fatih Vural, Birinci Basım, 129-130. sayfalar

Para ile imanın kimde olduğu belli olmaz!

Neredeyse hepimiz “Para ile imanın kimde olduğu belli olmaz” sözünü duymuşuzdur. En azından gerçekten de imanın kimde olduğu belli olmaz çünkü o insan ile Allah arasında olan bir şeydir.

Peki paranın kimde olduğunu bilebilir miyiz? Cevap birazdan da görüleceği üzere, “hayır paranın da kimde olduğu belli olmaz, en azından son yıllarda böyle bir trend var.”

Türkiye için verilere bakmak istersek, Gelir İdaresi Başkanlığı her yıl vergilendirme dönemine ilişkin yıllık gelir vergisi ve kurumlar vergisi beyannamelerinin değerlendirilmesi sonucunda en fazla vergi beyan eden 100 mükellefi açıklıyor. Bu hem vergi verenleri onore etmek hem de vergi verilmesinin teşviki amacıyla yapılıyor.  Ancak bu listelerde bazen gerek bireyler olsun gerekse de kurumlar olsun sebebini bilmediğim bir şekilde isimlerinin açıklanmasını istemiyor. Bu listeye kişiler bazında Türkiye’nin en zenginleri, kurumlar bazında da en çok kar yapan şirketleri diyebiliriz. Neden isimlerini açıklamıyorlar emin değilim. ( Ben o kadar zengin olsam -ki Allah’ım inşallah- ismimin yazılmasından gurur duyardım. )

Şimdi, Gelir İdaresi Başkanlığın’dan aldığım Türkiye’nin en fazla gelir vergisi veren 100 kişilik listede isminin açıklanmasını istemeyen kişilerin yıllara göre dağılımına bakalım.

Grafik A: Gelir İdaresi Başkanlığı

Verilere baktığımızda en fazla gelir vergisi veren 100 kişilik listede, 1998 yılında 11 kişi isminin açıklanmasını istemezken 2019 yılına geldiğimizde ise 67 kişi isminin açıklanmasını istememiş ve trend de yukarı yönlü ilerliyor.

Şimdi de, yıllar itibariyle Türkiye’de en fazla kurumlar vergisi veren 100 mükellef listesinde isminin açıklanmasını istemeyen kurumların sayısına bakalım.

Grafik B: Gelir İdaresi Başkanlığı

Verilere baktığımızda, en fazla kurumlar vergisi veren 100 mükellef listesinde, 1998 yılında sadece 1 kurum isminin açıklanmasını istemezken 2019 yılında ise 20 kurum isminin açıklanmasını istememiş. Aynı şekilde trend anlamında gelir vergisi verenler gibi yukarı yönlü bir trend olsa da son yıllarda 20-25 bandında seyretmekte.

Kurumlar vergisi listesinde isminin açıklanmasını istemeyenlerin sayısı gelir vergisi listesindeki kişi sayısına göre daha düşük gerçekleşmiş. Gelir vergisi listesine 2019 yılı için baktığımızda listenin 3’te 2’si isminin açıklanmasını istememiş. Yani şunu diyebiliriz: İmanın kimde olduğu belli olmadığı gibi verilere göre paranın da kimde olduğu bilinmiyor çünkü isimlerini açıklamıyorlar. Bunun sebebini yukarıda da dediğim gibi cidden bilemiyorum. Ama bazen bazı kişiler dünyanın her yerinde olduğu gibi zengin insanlara karşı bir hırs, bir kin besleyebiliyor. Ben hiç öyle olmadım. Vergisini veriyorsa bırak kin beslemeyi bu kişilerin sayısının artmasını istemeliyiz. Zenginliğe karşı olmak değil, zenginliğin ve refahın tüm topluma yayılması için uğraşmalıyız. Ama bazen aşağıda Serdar Kuzuloğlu’nun videosundaki gibi, zengin = kötü insanmış gibi görülüyor.

KAYNAKÇA

Gelir İdaresi Başkanlığı İstatistikleri, https://www.gib.gov.tr/yardim-ve-kaynaklar/istatistikler

Benim Gözümden YEP

Eski adıyla Orta Vadeli Program (OVP) yeni adıyla Yeni Ekonomi Programı (YEP) kamunun izleyeceği makro ekonomi politikalarını, ilkelerini, hedef ve gösterge niteliğindeki temel ekonomik büyüklükleri de kapsayacak şekilde hazırlanan programdır.

Dün 2021-2023’ye yönelik program kamuoyu ile paylaşıldı. 61 sayfadan oluşan bu raporda enflasyon, büyüme, cari açık vb. hedeflerin yanı sıra ekonomide hangi politikalar izlenecek ona yönelik maddeler yer almaktadır. Bu raporu özellikle iktisat öğrencilerinin okumasını öneririm. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın sitesinde pdf olarak bulabilirsiniz.

Bu yazıda ise kendimi henüz ehil hissetmediğim için enflasyon, büyüme, cari açık vs tutar mı o tartışmalara girmeyeceğim. Programı okuyup anladığım kadarıyla hoşuma giden ve eleştirdiğim şeyleri maddeler olarak yazmaya çalışacağım. Vurgulamakta fayda var bunlar benim kendi düşüncelerim, eleştirdiğim şeyler size mantıklı gelirken hoşuma giden şeyler mantıksız gelebilir.

Temel hedefler kısmında “Büyümenin seviyesinin yüksekliği kadar kaliteli, kapsayıcı ve sürdürülebilir olması için makroekonomik dengeleri gözeten ve stratejik reformlarla desteklenen yeni bir kalkınma modeli uygulanacaktır” diye bir madde var. Bu geçen seneki YEP’te yoktu. Anlaşılan devlet “yüzde 5 büyüdük yüzde 7 büyüdük” gibi sözlerden ziyade büyümenin kalkınmayı destekleyici taraflarına odaklanmış görünüyor. Büyüme demek kalkınma demek değildir. Büyümenin nasıl olduğu da bir sorundur. Sanırım bundan sonra kalkınmayı daha destekleyici bir büyüme isteniyor, olur mu zaman gösterecek.

Temel hedefler kısmında “Türkiye Varlık Fonu, cari işlemler dengesini güçlendirecek, ülkenin stratejik hedeflerini ve finansal piyasaların gelişmesini destekleyecek, yerli ve yabancı yatırımcılar ile iş birliklerine dayanan sabit sermaye yatırımları yapacaktır” diye bir madde var. Sabit sermaye yatırımı sözcüklerinin altını ben çizdim. Buradan anladığım içerisinden geçtiğimiz hem pandemi süreci ve hem de ekonomide genel belirsizliklerin devam etmesi özel sektörün yeni yatırımları yapmadaki isteksizliğine karşın devlet bunları ben yapacağım diyor. Finansmanını da Türkiye Varlık Fonu aracılığıyla yapmak istiyor. Burada verimliliği ve istihdamı artıcı yatırımlara öncelik verilmesi ve bu finansmanı son derece doğru yönetmek gerekir diye düşünüyorum.

Temel hedefler kısmında “Vergi politikaları vergide adalet ve eşitlik ilkelerini pekiştirecek şekilde sürdürülmeye devam edilecek, vergi tahsilatının etkinliği artırılacak ve kayıt dışı ekonomiyle mücadele sürdürülecektir. Program süresince, vergi affına gidilmeyecektir” diye bir madde var. Son cümle oldukça önemli. Çünkü vergi afları kamuoyunun vicdanını oldukça rahatsız eden bir durumdu.  Bir tarafta vergisini düzenli, zamanında ve tam ödeyen mükellefler diğer tarafta tüm bunların aksine mükellefler vardı. İkinci kısmın ödenmeyen vergileri affa uğratılması oldukça rahatsız ediciydi. Eğer uygulanırsa 2023’e kadar bir vergi affı gelmeyecek görünüyor ki bu da oldukça güzel gelişme.

Büyüme başlığı altında “Küresel rekabet gücümüzün artırılması ve dışa bağımlılığın azaltılması için stratejik öneme haiz aşı ile ilaç, tıbbi cihaz ve tanı kitleri geliştirilerek üretimi yapılacak ve biyoteknolojik/biyobenzer ilaçların üretiminde kamu hastanelerinin klinik araştırma potansiyelleri artırılacaktır” adlı bir madde var. Bunu, Temmuz ayında İktisat ve Toplum dergisinde Burcu Balsever ile birlikte yazdığımız bir yazıda da savunmuştuk. Hatta bir Youtube videosunda da bu yazıyı anlatmıştık. Covid-19 sürecinde ortaya çıkan göreceli başarı, bize sağlık turizmi konusunda pozitif bir etki oluşturacak ama biz bunu sağlık hizmeti ve sağlık sanayisiyle beraber desteklemeliyiz demiştik. Çünkü medikal cihaz ve ekipmanların üretiminde eksikliğimiz var ve devlette bu konuda üretim yapacak şirketleri teşvik etmeli demiştik.

İstihdam ile ilgili başlık altında, “… kısmi süreli çalışmayı teşvik edici ve işgücü piyasasına ilişkin yapısal düzenlemeleri de içeren İstihdam Kalkanı Paketi hayata geçirilecektir” adlı bir madde ve arkasına “İleri yaş gruplarında istihdamın desteklenmesine yönelik olarak 50 yaş üstü tam zamanlı çalışanların kısmi zamanlı çalışmaya geçişi teşvik edilecek, bu sayede iş ve yaşam dengesi daha sağlıklı hale getirilecektir” adlı bir madde var. Programın geneli de incelendiğinde sadece istihdam başlığı altında değil birçok yerde istihdamla ilgili maddeler var. Bu da bana programda öncelik daha çok istihdama ayrılmış gibi hissettirdi. Mevlüt Tatlıyer’in İstihdamı Paylaşmak adlı kitabını okuduktan sonra bu üstteki madde bana oldukça mantıklı geldi. Avrupa işsizliğin düşük olmasının sebeplerinden bir tanesi de kısmi zamanlı çalışanların oranının yüksek olması. Türkiye’de bu oran oldukça düşük. Örneğin sanayide, inşaatta kısmi süreli çalışma imkânı düşük ama perakende sektörü veya hizmetler sektöründe uygulanabilirliği oldukça yüksek. Diğer taraftan sanırım 50 yaş üstü kısmi zamanlıya teşvik edilerek gençlerin istihdamına yer açmak ve 50 yaş üstü içinse iş/yaşam dengesi amaçlanmış.

Fiyat istikrarı başlığı altındaki maddeleri pek anlamlandıramadım. Enflasyon sorunu Türkiye’nin en büyük sorunlarından ama bana göre bu başlığa yeteri kadar önem verilmemiş. Örneğin, Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu fahiş fiyatlara karşı tüketiciyi koruyacaktır diyor. Şimdi bu madde kulağa hoş gibi geliyor ama fahiş fiyatın ölçüsü nedir? Devlet fiyatlara bu fahiş fiyattır deyip müdahalede bulunması piyasayı bozmaz mı diye düşünmeden edemiyorum. Bu başlık altında fiyat istikrarı ile ilgisini çözemediğim maddeler var. Örneğin sertifikalı tohum kullanımının yaygınlaştırılası maddesi, bitkisel ve hayvansal üretim modeli maddesi. Bence bu durum asıl önem verilmesi gereken başlığa ciddiyetsiz yaklaşılmış gibi geldi.

Kamu maliyesi başlığı altında, bir tane madde var ki benim çok ilgimi çekti. “ …elektronik ortamda yapılan ticari faaliyetlerin veya sosyal medya kullanılarak kazanılan gelirlerin vergilendirilmesine yönelik düzenlemeler gözden geçirilecektir” deniliyor. Bu maddeyi okuyunca açıkçası bir gülümsedim. Sanıyorum ki ilerleyen günlerde veya aylarda Instagram üzerinden Influencer’ların tanıtım adı altında yaptıkları satışlar veya Youtube kazançlarına yönelik bir yeni vergi geliyor gibi. Maliye açıkçası burada dönen yüksek meblağlı alışverişleri görmüş durumda.

Cari işlemler dengesi başlığı altında “Bor ve lityum başta olmak üzere madenler işlenip yüksek katma değerli ürünlere dönüştürülüp uluslararası piyasaya sunulacaktır.” maddesi var. Buna benzer madde geçen seneki programda da vardı. Eş-dostta eğlensin, her şeyden bir şey koyalım diye düşünülmüş herhalde. Böylesine bir programda bence hiç gerek yok, ilkokuldan beri duyuyoruz zaten.

Cari işlemler dengesi başlığı altında, “Petrol ve doğal gaz kaynağı aramaları, başta denizlerde olmak üzere, hızlandırılarak sürdürülecektir” adlı bir madde var. Doğu Akdeniz’de ve Karadeniz’de doğalgaz aramalarının sürdürüleceği kararlılığı ifade edilmiş. Bu oldukça önemli çünkü cari açığımızın büyük bir kısmı enerji ithalatından kaynaklanıyor. Örneğin doğalgazı Rusya’dan, İran’dan Azerbaycan’dan alıyoruz. Doğalgazı hem ısınma hem de elektrik üretimi için kullanıyoruz. Bu kalemi ne kadar ülke içinden elde edebilirsek bizim için o kadar faydalı olacaktır. (Kaynak laneti dışında)

Diğer taraftan bir eleştiri olarak programda bir gelir eşitsizliğine konusunda devletin ne yapması gerektiğine dair hiçbir şey göremedim. Gini endeksi oldukça yüksek. Mesela bunu indirmeye yönelik neler yapılabilir, buna yönelik bir şey olabilirdi. Aynı şekilde kayıt dışı ekonomi konusunda pek bir şey göremedim ki bu da Türkiye ekonomisi için oldukça sorunlu. Yapılan çeşitli çalışmalara göre %20-%30 arasında. Bir iki madde gördüm ancak pek dişe dokunur şeyler değil. Örneğin bir nakit ödemede üst sınır olan 7000 TL program süresince 6000 TL’ye kadar geriletebilirdi gibi. Bu iki konuya bilhassa baktım ancak göremedim.

Son olarak bunlar benim gözümdendi. Programı sizin de okumanızı tavsiye ederim.

Hakan Kara ile Söyleşi

1) COVID’in tahribatı az çok belli olmaya başladı, açıklanan veriler çerçevesinde ve büyümenin ana belirleyicilerini dikkate alarak Türkiye’de 2020 yılında görünümünü nasıl değerlendirirsiniz? Aşağı ve yukarı yönlü risk faktörleri neler olabilir?

İktisatçıların büyüme tahmin performansının genelde parlak olduğu söylenemez. Hele de büyümenin ana belirleyicisi bir iktisadi olay değilse… Bu yıl bütün dünyada iktisadi faaliyetin seyrini sağlık probleminin hangi hızda ortadan kalkacağı belirleyecek. Nitekim Türkiye özelinde bakıldığında yıla ilişkin büyüme beklentilerin halen oldukça dağınık olduğunu görebiliyoruz.

2020 için tahmin yaparken şu soruyu yanıtlamak önemli. Ekonomide toparlanma ne zaman başladı ve hangi hızda devam eder? Açıklanan veriler bize bir miktar ipucu veriyor. Nisan ayında dibe vurduktan sonra Mayıs’ta sınırlı da olsa toparlanma işaretleri görülmeye başladı. Öncü veriler Haziran’da toparlanmanın güçlenerek süreceğine işaret ediyor. Dışardan gelen haberler de aynı şekilde Mayıs ayı itibarıyla bir miktar iyileşme başladığı yönünde. İhracatta Nisan’da yüzde 40 daralma varken öncü veriler Mayıs’ta yüzde 30 küçülmeye işaret ediyor. Büyük ihtimalle Haziran’da görünüm daha da iyi olacaktır. Henüz olumlu sinyal gelmeyen taraf turizm harcamaları. Nisan-Mayıs döneminde yabancıların yurt içinde yaptığı harcamalarda yüzde 90’lara varan daralma gözlendi, burada henüz bir toparlanma yok. Bu da şaşırtıcı değil tabi ki; şokun niteliğini dikkate alırsak turizm gelirlerinin krizden çıkış trenine en son eklenen vagon olmasını bekleriz. İçerdeki faaliyete dair ise birçok gösterge toparlanmanın başladığına işaret etmekte. Kredi kartları harcamaları Haziran başı itibarıyla Şubat seviyesini yakalayacak görünüyor. Elektrik üretimi Nisan’da bir önceki aya göre yüzde 15 daraldıktan sonra Mayıs’ta yüzde 8 civarında artış gösterdi. Haziran’da toparlanma daha belirgin hale geldi. İç talepteki toparlanmanın katkısıyla ithalatta da kısmi bir canlanma gözleniyor.

Elimizde henüz yılın ikinci yarısına dair veri yok. Ancak anketler ve ileriye dönük beklentilerden bazı çıkarımlarda bulunabiliriz. Yılın ikinci yarısına dair en taze bilgi TCMB ve TÜİK’in ortak yayımladığı İktisadi Yönelim Anketinde (İYA) yer alıyor. İYA’da kapasite kullanımında Mayıs’ta henüz bir toparlanma yok, özellikle küçük işletmelerde Mayıs ayında dipten dönüşü göremiyoruz ama bu dönem tatillerin de etkisiyle sokağa çıkma yasağının en yoğun uygulandığı dönem olduğu için trendi tam yansıtmıyor olabilir. Bu nedenle Mayıs ayında gerçekleşmelerden ziyade beklentilere bakmak daha sağlıklı olur. Bu şekilde bakıldığında özellikle ihracat siparişleri ve üretim hacmi beklentilerinde kayda değer bir toparlanma olması Haziran’dan itibaren iyileşmenin belirginleşebileceğine işaret etmekte. Tabi gerçekleşmelerin ne ölçüde beklentilerle uyumlu olacağı henüz soru işareti olarak ortada duruyor.

Yılın kalanında büyümenin görünümünde sağlık problem ile ilgili tedirginliğin hangi hızla ortadan kalkacağı belirleyici olacak. Bu hem içerdeki güven açısından önemli hem de dış ticaret ve finansman kanalı açısından kritik. Büyük ihtimalle bütün dünyada biraz deneme yanılma şeklinde bir yöntem izlenecek. Ekonomiler kısmi olarak açılacak, takip edilecek, eğer sağlık krizi kontrol edilebilir limitlerde ise normalleşme devam edilecek, olmazsa biraz geri çekilip durum izlenecek ve stratejiler gözden geçirilecek. Diyelim ki biz süreci iyi yönettik ve içerde hızlı bir normalleşme sağladık, ekonominin eski gücüne kavuşması için bu yeterli olmayacak, dışarısının da buna eşlik etmesi lazım. Tam toparlanma için hem ihracat hem de turizm tarafında eş zamanlı bir normalleşme gerekiyor.

Şöyle düşünelim: bu sene turizm gelirleri iyi bir ihtimalle yüzde 70 civarında azalacak. Turizmin ileri ve geri bağlantılı sektörlerini düşündüğümüzde sadece bu gelişme bile yıl başı itibarıyla tahmin ettiğimiz büyümeden 4 yüzde puan civarında götürüyor. Ticaret yaptığımız büyük Avrupa ülkelerinde çift haneli küçülmelerden bahsediliyor, özellikle İtalya, İspanya ve İngiltere’de derin daralmalar yaşanacak. Eğer bu öngörüler gerçekleşirse yıl genelinde ihracat gelirlerimizdeki küçülme yüzde 15-20’leri bulabilir.

Hem turizm hem de ihracatın zayıf olduğu bir dönemde kısa vadede bir toparlanma gerçekleşecekse bunun büyük ölçüde iç talep çekişli olması gerekiyor. Öte yandan, iç taleple büyümek durumunda kalınca ithalatı hızla artırarak döviz ihtiyacı yaratıyoruz. Bu süreci kur üzerinde baskı yaratmadan yönetebilmemiz için dışardan döviz girişi gerekiyor veya içerden finanse edeceksek de dolarizasyonu tersine çevirmemiz lazım. Dolayısıyla bu sene derin bir küçülme yaşamamamız için ya döviz girişlerini artırmamız gerekiyor, ya da ithalatı kısıcı tedbirlere devam edip talebi ithal mallardan yurt içine yönlendirmek gerekiyor. Yapılanlara baktığımızda ekonomi yönetiminin bir yandan swaplarla geçici dış kaynak sağlamaya çalışırken diğer yandan da ithal mallara kapsamlı vergilerin getirildiğini görebiliyoruz. Dolarizasyonu önlemek için de bir dizi düzenleyici tedbirler alınıyor. Ancak bu önlemlerin de maliyeti var. Döviz işlemlerini kısıtlayan düzenlemeler öngörülebilirliği azaltarak döviz çıkışını hızlandırıyor ve piyasanın derinliğini azaltılıyor. İthal mallar üzerindeki vergilerin yükseltilmesinin de içerde enflasyonu besleme riski var. Bu da faiz indirimleri ile ekonomiye destek verme kapasitesini azaltmakta. Sonuçta ne yaparsak yapalım bütün bu saydığım sebeplerden dolayı bu sene için büyümenin pozitif olması zor görünüyor. Bütün bu faktörleri bir arada düşününce ekonomide eski trende dönüşün zaman alacağını söyleyebiliriz. Kısa vadedeki baz etkisi kaynaklı sıçramanın ardından kademeli bir toparlanma senaryosu daha makul görünüyor.

Orta vadede ise toparlanmayı sınırlayabilecek bazı önemli faktörler var. Birincisi şirket borçluluklarının ve taahhütlerinin yüksek olması. Önümüzdeki dönemde sadece kredi borçlarının değil ertelenen vergi ve primlerin de ödenmesi gerekiyor. Bu da bir süre için yatırımları sınırlayıcı etki yapacaktır. İkincisi satın alma gücü ve harcanabilir gelire dair gelişmeler de toparlanmayı sınırlayabilir. 2018 ortalarından bu yana istihdam oranının 4 puan düştüğünü görüyoruz. Kadınların işgücüne katılımı son 15 yıldır ilk defa tersine döndü ve geçen yıldan bu yana üç puan düştü. Son iki yıldır 1,5 milyona yakın istihdam kaybı oldu. Yeni veriler açıklandıkça yıl ortasına kadar işgücü piyasasındaki bozulmanın sürdüğünü görebiliriz. Bu dönemde işsizlik oranını değil doğrudan işgücü ve istihdama dair değişkenleri takip etmek gerekiyor. Önümüzdeki aylarda işgücüne katılım ve istihdam düşmeye devam edebilir.  İstihdam demek harcama demek, kredi talebi demek. Dolayısıyla bu faktörün de ekonomideki toparlanmayı bir müddet sınırlayacağını söyleyebiliriz.

Biraz da olumlu taraftan bakarsak, ekonomimizdeki küçülmenin diğer birçok ülkeye göre daha sınırlı olması için sebepler de var. Covid daha çok hizmet sektörünü vurdu. Bizde hizmetler sektörünün ağırlığı gelişmiş ülkelere göre halen daha düşük. Sağlık sistemimizin kapasitesi nedeniyle eve kapanmalar sınırlı tutulabildi. Ayrıca tarihsel olarak belirsizlik dönemlerinden sonra toparlanma hızımız genelde olumlu yönde şaşırtmıştır. Bunda genç ve dinamik bir ülke olmamızın yanı sıra krizlere ve belirsizliklere alışkın olmamızın etkisi de var. Nitekim geçmişte yaşadığımız birçok durgunluktan çıkış safhasında iç talebin toparlanma performansı tahmincileri genelde pozitif yönde şaşırtmıştır. Tabi bu defa dış finansman kısıtları biraz daha belirleyici olduğu için bu taraftaki dinamikleri daha dikkatli izlemek gerekiyor.

Sonuç olarak, bütün bu değerlendirmeleri rakamlara çevirip bunun etrafında da risk senaryoları oluşturursak şöyle bir çerçeve kurgulamak makul olabilir: mevcut veriler ikinci çeyrekte yıllık büyümenin -8 ile -9 arasında bir yerlerde gerçekleşebileceğini söylüyor. İkinci yarıdaki toparlanmayla birlikte sene sonu itibarıyla yıl başındaki seviyelerin bir miktar altında kaldığımız bir senaryo altında, yıl genelini çok derin olmayan ama negatif bir büyümeyle bitirebiliriz. Gelen her veri bu tahmini değiştirebilecek olsa da şu anki bilgilerle ana senaryo bu şekilde kurgulanabilir. Tabi bu tahmine dair aşağı ve yukarı yönlü risklerin olduğunu belirtmek gerekiyor. Yukarı yönlü, yani iyimser taraftaki risk, virüste ikinci dalganın sınırlı olduğu, yani sağlık kapasitesini zorlayacak düzeye hiç gelmediği, dolayısıyla normalleşmenin kesintisiz bir şekilde ilerlediği, ayrıca yurt dışı risk iştahının daha olumluya döndüğü bir durum olarak ele alınabilir. Bu durumda yıl genelinde büyüme sıfıra yakın veya sınırlı pozitif gerçekleşebilir. Aşağı yönlü risk ise virüsün artçı etkilerinin tahmin edilenden daha büyük olması ve bu durumun hem iktisadi güveni hem de fon girişlerini sınırlamaya devam etmesi. Böyle bir senaryoda ekonomik destek paketlerinin uzatılması ve kapsamının genişletilmesi gerekeceğinden hem dış finansman hem de bütçede kısıtlar ortaya çıkabilir ve yıl genelindeki daralma oldukça yüksek düzeylere ulaşabilir. Umarım olumlu senaryoya daha yakın kalırız.

Olumlu senaryoda dahi 2020 yılının başındaki üretim seviyelerini tekrar görmemiz 2021 bahar aylarını bulacak gibi görünüyor. Tabi bunu ekonomi geneli için söylüyorum, sektörel bazda bakıldığında çok farklı hikayeler var; örneğin gıda, temel sağlık malzemeleri, iletişim-teknoloji ürünleri ve ambalaj gibi sektörlerde göreli olarak daha olumlu bir performans görülmesi doğal olacaktır.

2) Bu sene makro dengeler açısından tarihsel ilişkilerin farklılaştığı bir dönem yaşıyoruz. Mesela normalde ekonominin bu kadar yavaşladığı bir dönemde enflasyonun da hızla düşmesi beklenirdi. Neden bunu göremiyoruz? Önümüzdeki dönemde görecek miyiz?

Yaptığımız çalışmalarda Türkiye’de enflasyon dinamiklerinin en temel belirleyicilerinin beklentiler ve kur davranışı olduğunu görüyoruz. Mayıs ayı itibarıyla TÜFE enflasyonu beklentisinin önümüzdeki bir ve iki yıl için sırasıyla 9,2 ve 8,3 düzeyinde. TCMB’nin swapla verdiği fonlamanın maliyetini de dikkate alırsak işlevsel fonlama faizinin yaklaşık yüzde 7,6 düzeylerinde olduğunu görüyoruz. Mevduat faizleri de bu civarda seyrediyor. Yani reel faiz TCMB’nin kendi beklentisine göre bile negatifte. Akran ülkelerde Hindistan ve orta Avrupa ülkeleri dışında pek negatif faiz yok, ki bu ülkelerin hiçbirinde enflasyon hedeften uzak değil. Riskliliğin yüksek olduğu bir konjonktürde reel faizin negatif olması döviz kuru üzerindeki baskıyı artırarak enflasyondaki düşüşü sınırlıyor.

Büyüme enflasyon ilişkisi iktisadi yazında daha çok kendini Philips eğrisi üzerinden gösteriyor. Küresel kriz sonrası çıktı açığı ve enflasyon ilişkisinin zayıfladığı üzerine epey tartışma oldu. Hatta ABD merkez bankası da dahil bu konuda akademik konferanslar düzenledi. Bu dönemde ise ilişkinin zayıfladığının görülmesi büyük ihtimalle potansiyel büyümeyi doğru ölçemememizden kaynaklanıyor. Çünkü hem arz hem de talep şoku söz konusu. Dolayısıyla yaşanan şokun niteliği itibarıyla mevcut dönemde büyüme enflasyon ilişkisi de daha karmaşık bir yapı alıyor. Sorun arz şoku olarak başladı ama belirsizliğin etkisiyle bir büyük talep şokuna dönüştü. Yine de bu dönemde talep düştü bu nedenle enflasyon da hızla düşecek demek kolay değil, özellikle kısa vadede bunu pek görmeyebiliriz çünkü arz ve talebin normale dönüş hızı birbirinden oldukça farklılaşıyor. Normalleşme aşamasında birçok sektörde (özellikle hizmetlerde) sağlık koşullarına uyarlama nedeniyle kapasite de azaldı. Her sektörde farklı dinamikler de söz konusu olacak. Hizmet sektöründe tam kapasiteye dönülmesi vakit alacak. Otel ve lokantalar, berberler, tamamlayıcı sağlık hizmetleri, ulaşım gibi sektörlerde kapasite kısıtları nedeniyle birim maliyetler arttığı için fiyat baskıları oluşabilir. Öte yandan mal tarafına baktığımızda özellikle ihracat yapamadığımız sektörlerde yurt içine arz edilen mallar fiyatları düşürecektir.

2020 yılı geneli için nasıl bir dinamik öngörebiliriz? Gerek arz gerekse talep tarafının göreli toparlanma hızına bağlı olarak oluşabilecek fiyat dinamiklerini üç aşamalı düşünebiliriz. İlk aşamada yani kısa vadede arz geri gelen kadar büyük ihtimalle enflasyonda belirgin bir düşüş görmeyeceğiz. Sonrasında, yani normalleşme aşamasında stok eritme sürecinin de başlamasıyla enflasyonda daha belirgin aşağı yönlü bir hareket görebiliriz, bu mesela Temmuz-Eylül dönemi olabilir. Üçüncü aşamada, yani toparlanmanın olgunlaşma evresinde (yılın son çeyreğinden 2021 yılının bahar aylarına kadar olan bir dönemde) geçmiş maliyetlerin fiyatlara yansıtılmasıyla tekrar enflasyon baskılarını görebiliriz. Sonuç olarak, enflasyon büyük ihtimalle yılın üçüncü çeyreğinde tek haneyi görecektir, ancak düşük tek haneli değerlere inmesi için şu andaki dinamikler yeterli olmayabilir, bunun için ilave çaba gerekiyor. İlk planda para politikasının inandırıcılığının artırılması ve beklentilerin daha etkin bir şekilde yönetilerek kurdaki değer kaybının önlenmesi yardımcı olabilir.

3) Benzer şekilde iktisadi faaliyetin bu kadar daraldığı bir dönemde geçmişte gördüğümüzün aksine cari dengede de bozulma yaşanıyor. Bu da dış finansman ihtiyacını daha da artırıyor. Siz bu sürecin devam etmesini bekliyor musunuz? Böyle bir konjonktürde nasıl bir büyüme kompozisyonu ve finansman modeli hedeflemek gerekir?

Mevcut dönemde büyümedeki yavaşlama cari açığı iyileştirmiyor gibi görünüyor çünkü büyüme daha çok döviz kazandırıcı faaliyetlerdeki daralma nedeniyle yavaşlıyor. İhracat ve turizmdeki çöküş iç talepteki yavaşlamadan daha belirgin olduğu için son aylarda cari dengede hızlı bir bozulma yaşlandı. Turizm gelirleri ikinci çeyrekte büyük ihtimalle yüzde 90 civarında düşecek. Dolayısıyla hizmet ihracatı hiç görmediğimiz kadar zayıf. Hem dış ticaretin hem de turizmin bu kadar daraldığı bir dönem geçmişte sadece savaş yıllarında görülmüş.

Kısa vadeli gelişmelere bakarsak geçtiğimiz seneyi 9 milyar dolar fazla ile bitirdikten sonra cari dengenin yılın ilk üç ayında hızla sıfırlandığını görüyoruz. Nisan ve Mayıs öncü verileri ile birlikte değerlendirirsek yılın ilk beş ayı toplamında yaklaşık 15 milyar dolar cari açık vermiş olacağız. Normalde her sene Haziran ayından itibaren turizm gelirlerinin desteğinin artmasıyla biz aylık açıkların sınırlandığını görürdük. Bu yıl öyle olmayacak. Peki yıl genelinde yüksek bir dış açığı finanse edecek bir sermaye girişi bekliyor muyuz? Kolay değil. Dış finansman konusunda son yirmi yıldır görmediğimiz bir kısıt yaşıyoruz. Döviz bulmak eskisi kadar kolay değil. Bu durum hem küresel faktörlerden hem de içerde bizim kendi yaptıklarımızdan kaynaklanıyor. Dolayısıyla cari açık ve finansman ihtiyacı bu sene toparlanmanın hızı açısından kritik olacak gibi görünüyor. Bu yıl için cari denge tahmini yaparken dış finansman ve büyüme etkileşimi üzerinden ilerlemek daha doğru bir yaklaşım olabilir. Bu şekilde bakıldığında çok yüksek bir cari açık vermememiz gerekir.

Geçmiş krizlerden çıkışı düşünürsek genelde kurda bir değer kaybı ve bunun ihracat veya turizm gelirleri üzerindeki olumlu etkileri krizden çıkışlarda bize destek veren temel unsurlardan biri olmuştu. Şimdi durum biraz daha farklı. Birincisi turizm gelirleri kura olumlu tepki vermeyecek, çünkü buradaki toparlanma kısa vadede tamamen sağlık krizinin bitmesine bağlı. İkincisi, döviz kurunun bilanço ve güven kanalı üzerinden iktisadi faaliyeti olumsuz etkileme derecesi artmış olabilir. Yani standart ticaret kanalından ziyade bilanço-güven kanalı kısa vadede baskın olabilir. Şirketler kesimi her ne kadar yabancı para cinsinden borçluluklarını azaltmış olsa da halen biriktirdikleri borçları ödemeye devam ediyorlar. Ayrıca zayıf talebe rağmen, enflasyonla kur arasındaki ilişki de enflasyon belirsizliğinin yüksek olması nedeniyle henüz azalmadı. Bu nedenle yerli paranın değer kaybetmesi parasal genişleme alanını azaltarak iktisadi faaliyetteki toparlanmayı sınırlayabilir.

Bütün bunlar ne anlama geliyor? Bizim bu sene şunu söyleme lüksümüz yok: iç taleple büyüyelim, cari açık olursa da bunu finanse ederiz veya bu açık kur üzerinde baskı oluşturursa da katlanırız. Bunu tam olarak diyemiyoruz. Kurun daha fazla artmasına fazla tahammülümüz yok. Dış finansman ise hepimizin bildiği sebeplerden zayıflamış durumda. Dış açığı merkez bankası döviz rezervleriyle finanse etme konusunda da alanımız oldukça daraldı. O zaman bütün yollar şöyle bir politika yaklaşımına çıkıyor: iç talep toparlanırken cari dengenin daha fazla açılmasına izin vermemeliyiz, içerde de dövize talebini azaltmalıyız. Öte yandan mevcut durumdaki politika bileşimiyle bu kolay değil. Hem kredileri sonuna kadar pompalayalım, reel faizi derin negatif seviyelere çekelim, hem de kur üzerinde baskı olmasın. Peki bu nasıl olacak? Kısa vadede iki yolla olabilir. Bir yandan ithalat yapmak zorlaştırılabilir veya maliyeti artırılabilir; diğer yandan döviz piyasası sığlaştırılabilir. Böylece döviz müdahaleleriyle aşırı kur hareketlerinin kontrol altına alınması da kolaylaştırılabilir. Nitekim, söz konusu alanlarda bir süredir adım atılıyor. Bu durum aynı zamanda ekonomiyi bir ölçüde daha korumacı bir bileşime doğru götürmek anlamına geliyor ve son kırk senedir inşa edilen modelden dönüş eğilimini yansıtıyor. Bu anlamda tarihi bir dönemeçte olduğumuzu söylemek mümkün. Fayda ve maliyetlerini etraflıca değerlendirmek lazım.

4) Hep günceli konuştuk. Biraz geriye çekilip büyük resme baktığınızda genç iktisatçı adaylarına neler önerirsiniz?

Öncelikle şunu belirtmek isterim. Kendi derslerimi alan öğrencilerden çıkardığım kaba istatistiklere göre iktisat eğitimi görenlerin yüzde 85’i mezun olduktan sonra iktisatçı olarak çalışmıyor. Çünkü akademi dışında gerçekten iktisatçı olarak iş yapılabilecek kurum ve iş sayısı maalesef sınırlı. Bu nedenle de birçok iktisat mezunu öğrenci bankacı, muhasebeci, iş geliştirme uzmanı gibi mesleklere yöneliyor. Tabi bu kötü bir şey olmayabilir, herkesin saf iktisatçı olarak çalışması gerekmiyor, ayrıca ilgi alanları sonradan belli olabilir. Ancak bu durum lisans öğrencilerinin hangi yolu seçeceklerini önceden belirleyip ona göre ders almalarının önemine işaret ediyor. Her alanda bir tavsiye vermem mümkün değil ama aşina olduğum konularda belki birkaç ufak öneride bulunabilirim. Özellikle makro iktisat ve uluslararası iktisada ilgi duyan öğrenciler muhasebe, bankacılık ve şirket finansmanı gibi dersleri alsınlar ve mümkünse bu gördükleri konuları iktisat bölümlerinde öğrendikleri kavramlarla birleştirmeye çalışsınlar. Bu sentezi iyi yapan akademisyenleri, mesela Princeton üniversitesinden Markus Brunnermeier ve ekibinin yaptığı işleri, dikkatle takip etsinler.

Buraya kadar söylediklerim büyük ölçüde pratik hayata yönelik. Eğer öğrenciler iktisadı lisanstan sonra temel bir alan olarak seçmişlerse ve akademisyen, araştırmacı veya uzman iktisatçı olarak hayatlarını sürdürmek istiyorlarsa o zaman tavsiyeleri biraz daha çeşitlendirebiliriz. Bu yola giren öğrencilerin mümkün olduğunca teknik altyapılarını sağlamlaştıran dersleri almalarını öneririm. Öğrencilik dönemi tanım gereği öğrenme eğrisinin en dik olduğu dönem. Dolayısıyla öğrencilerin yüksek lisans ve doktora sırasında mümkün olduğunca ilerisi için teori ve ampirik alanlarda sağlam bir altyapı oluşturmaya gayret etmelerinde fayda var. İktisat aslında bir nedensellik bilimi. Yani değişkenler arasındaki nedensellikleri doğru kestirmek en temel işimiz. Bu olgu hem teorik hem de uygulamalı iktisadın en temel yapı taşını oluşturuyor. Bu nedenle araştırmacı/iktisatçı olarak hayatını devam ettirmek isteyen bütün öğrencilere matematiksel iktisat, ileri istatistik, oyun teorisi, davranışsal iktisat ve panel ekonometri derslerini mümkünse almalarını tavsiye ederim. Bunların dışında kendi ilgi alanlarına göre programı çeşitlendirebilirler. Tabi yeni ve alternatif teknikleri de takip etmekte fayda var. Bir süre sonra büyük veri ve yapay zeka yöntemleri artık klasik ekonometrinin yerini alabilir. Bu nedenle varsa okullarında bu derslere katılsınlar yoksa internetteki sanal dersleri izlesinler. Zira bu kadar ayrıntılı veriye erişimin mümkün olduğu ve bilgisayar işlem zamanının bir kısıt olmaktan çıkmaya başladığı bir dünyada, yapılan uygulamalı işlerin bir kanadı genelde büyük veri ve yapay zeka yöntemlerine bağlanacaktır.

Son olarak bir konu var ki bence hepsinden daha önemli. Aslında neyi seçtiğiniz çok da kritik olmayabilir, yeter ki sizi en heyecanlandıran alanı seçin. Eğer akşam yastığa başınızı koyduğunuzda veya sabah duş alırken zihninizi kurcalayan ve size keyif veren konular varsa oralara doğru yönelin. Çünkü yaptığınız işi, çalıştığınız konuyu seviyorsanız başarı kendiliğinden gelecektir.

Not: Hakan Kara hocam Cevdet Akçay’la birlikte kendime idol olarak gördüğüm iki iktisatçıdan birisidir. Bu uzun ve oldukça güzel söyleşiyi yapma fırsatı verdiği için bir kez daha kendisine çok teşekkür ederim.

İktisat Öğrencileri İçin EViews İle Ekonometrik Analiz-4

Büyüme oranı, iki yolla hesaplanabilir. Bunlardan birincisi bir serinin logaritmasının birinci farkını alma yoluyla ikincisi ise büyüme oranı formülü ile. İktisatta bir çok değişken büyüme oranı cinsindendir. Örneğin enflasyon oranı, tüfe veya üfe büyüme oranıdır. Televizyonlarda veya sosyal medyada sıkça duyduğumuz ekonomik büyüme oranı ise GSMH büyüme oranıdır.

Bu yazıda da, TCMB EVDS’den 2015 Aralık ayından 2019 Aralık ayına kadar olan sanayi üretim endeksi üzerinden aylık ve yıllık büyüme oranının hesaplanması anlatılacaktır. Hesaplamalara geçmeden önce aşağıdaki değişkenleri ne anlama geldiğini yazayım.

  • LNSue: Sanayi üretim endeksinin (Sue) ln alınmış hali
  • D1LNSue: Sue’nin ln’nin birinci farkı yani süe’nin aylık büyüme oranı
  • D12LNSue: Sue’nin ln’nin on ikinci farkı yani süe’nin yıllık büyüme oranı
  • g: Büyüme oranı formülü kullanılarak süe’nin yıllık büyüme oranı

Küçük bir not: Yukarıda logaritma diyordun buradan ln almışsın diyebilirsiniz. C2’de =LN(B2) yazdım çünkü B2, e tabanından logaritmasının alınmış hali yani ln alınmıştır. Eviews’te logaritma aldığınız zaman da buna karşılık gelecektir.

Aşağıya iki ek’li grafik ekleyeceğim. Birincisi sanayi üretim endeksinin tümüyle excel dökümü. İkincisi ise excel ekran alıntısı. Bunun da sebebi işlem yaparken B2’ler C3’ler C14’ler neydi diye kafanızın karışmaması için.

Excel

excel ekran alıntısı

LN Alma: Sanayi üretim endeksinin (sue) ln’nini almak için C2 kutucuğuna geliyorsunuz. C2 kutuğuna =LN(B2) yazıp enter’a basınca Excel bunu hesaplayacaktır. Kutucuğun sağ alt köşesinden de aşağı doğru çekerseniz diğer kutucukları Excel otomatik olarak hesaplayacaktır.

Aylık Büyüme Oranı: Aylık büyüme oranını bulmak için de LNSue serisine ihtiyacımız var. LNSue’nin birinci farkını aldığımızda bu bize aylık büyüme oranını verecektir. Bunun için de D3 kutuğuna gelip =C3-C2 yazıp ardından enter’a basmamız gerekiyor. D3 kutucuğunun sağ alt köşesinden de aşağı doğru çektiğimizde ise yine diğerleri de otomatik olarak dolacaktır. Seriyi çizdirdiğimiz de ise aşağıdaki hali alacaktır.

D1LNSue

Yıllık Büyüme Oranı: Bunun için Aralık-2016 verisinden Aralık-2015 verisini çıkarmamız lazım. E14 kutucuğuna gelip =C14-C2 yazıp enter’a basmamız gerekiyor. Bu seri için de aşağı çekme işini tekrarlarız. Seriyi çizdirdiğimiz de ise aşağıdaki hali alacaktır.

D12LNSue

Büyüme oranı formülü ile süe’nin yıllık büyüme oranı (g)Bunun için de F14 kutuğuna gelip =(B14-B2) / B2 yazmanız gerekiyor. Aynı işlemleri tekrarlayıp çizdirdikten sonra aşağıdaki grafiğin şeklini alacaktır. Ben bunu D12LNSue yıllık büyümeyle beraber çizdirdim. Grafiğe bakacak olursanız çok küçük farklar var.

g

Benzer durumları siz de tüfe için veya gsmh için yapabilirsiniz. Excel’deki bu çalışmayı Eviews’e aktarmak için de Eviews’i açtıktan sonra File-Import seçeneklerine tıklayıp daha sonra açılan pencereden çalıştığınız excel dosyasını seçip tamam’a tıklayın. Daha sonra Eviews’te de next seçeneklerine tıklayın. Çalışmanız aşağıdaki gibi görünecektir. Buradan sonra istediğiniz değişkenle (yıllık olur aylık olur vs) çalışabilirsiniz.

Adsız

 

Kaynak

Sanayi Üretim Endeksi, https://evds2.tcmb.gov.tr/index.php?/evds/serieMarket

İktisatçılar İçin Türkiye’de Önemli Siteler

Genel

Tüik

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, Strateji ve Bütçe Başkanlığı İstatistikleri

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Elektronik Veri Dağıtım Sistemi

 

Kamu maliyesi, finansmanı ve vergilendirme

Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü İstatistikleri

Gelir İdaresi Başkanlığı İstatistikleri

Hazine ve Maliye Bakanlığı İstatistikleri

Hazine ve Maliye Bakanlığı Veri Dağıtım Sistemi İstatistikleri

Kamu İhale Kurumu İstatistikleri

Kefalet Sandığı Raporları

Merkezi Finans ve İhale Birimi, Hibe Veritabanı

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı İstatistikleri

Vergi Konseyi, Raporları ve Çalışmaları

 

Para, bankacılık ve finans

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu İstatistikleri

Bankalararası Kart Merkezi İstatistikleri

Sermaye Piyasası Kurulu İstatistikleri

Türkiye Bankalar Birliği İstatistikleri

Türkiye Katılım Bankaları Birliği İstatistikleri

Türkiye Sigorta Reasürans ve Emeklilik Şirketleri Birliği İstatistikleri

 

Borsa

Borsa İstanbul İstatistikleri

Kamuyu Aydınlatma Platformu

Takasbank İstatistikleri

Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği İstatistikleri

 

Çalışma hayatı ve sosyal güvenlik

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı İstatistikleri

Sosyal Güvenlik Kurumu İstatistikleri

Türkiye İş Kurumu İstatistikleri (İŞKUR)

 

Turizm

Kültür ve Turizm Bakanlığı İstatistikleri

Türkiye Seyahat Acentaları Birliği İstatistikleri

Türkiye Otelciler Fedarasyonu İstatistikleri

 

Sanayi ve ticaret

Kamu Üniversite Sanayi İşbirliği Portalı İstatisikleri

Otomotiv Sanayii Derneği İstatistikleri

Rekabet Kurumu Kararları

Ticaret Bakanlığı İstatistikleri

Ticaret Sicil Gazetesi

Türk Eximbank İstatistikleri

Türkiye İhracatçılar Meclisi İstatistikleri

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği İstatistikleri

 

Bilim, teknoloji ve ar-ge

Türk Patent ve Marka Kurumu İstatistikleri

Tübitak İstatistikleri

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı İstatistikleri

 

Bağımsız araştırma merkezleri

Bahçeşehir Üniversitesi, Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM)

TOBB ETÜ, Sosyal Politikalar Uygulama ve Araştırma Merkezi (SPM)

TOBB ETÜ, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV)

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA)

 

Not: Bu yazıya bağlı sitelere eklemeler yapılmaya devam edilecektir